25 Temmuz 2009 Cumartesi

YENİ BİR SİYASİ HAREKET Mİ !...
Mustafa Nevruz SINACI
(*)
ANAP’la D(y)P’nin birleşme ve bütünleşme çalışmalarının start alması nedeniyle 23 Temmuz 2009 Perşembe günü bir toplantı düzenlendi. Taraflar karşılıklı açıklamalar yaptılar. Böylece, siyaset tarihine ‘kara bir cehalet, Demokrat Parti’ye hakaret, nisyan ve garabet’ ten mürekkep bir belge daha düştü. Duyuru/davet anonsunda ‘kinayeten’ şu ifadeler yer almakta.
“ANAP ve DP 26 YILLIK AYRILIĞA SON VERİYOR”
D(y)P Başkanı Cindoruk: “Türkiye’nin uzun yıllar beklediği bir siyasi olayı gerçekleştiriyoruz” ve “yeni bir siyasi hareket ortaya çikariyoruz” dedi.
ANAP Başkanı Uzun’sa: “belirlenen tarihten önce bütünleşme süreci tamamlanacak”, “Türkiye’nin önüne yepyeni bir parti olarak çikacağiz”, “DP bütünleşmenin ismi olacak ve bütünleşilecek yapi haline dönüştürülecek” biçiminde konuştu. Sürece nazaran ilginç!..
ACAİP VE GARİP BİR DURUM!..
Gerçekte; Yargıtay Cumhuriyet Baş Savcılığı’na ANAP Genel Başkanlığı’nca teslim edilen 28 Mart 2006 tarih ve GES.005.04/1530 Sayılı resmi yazı, bildirim ve ekleri uyarıca:
1.Demokrat Parti’nin 08 Mart 2005 tarihli Olağanüstü Büyük Kongresinde, 2820 Sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun 109., 110 ve ilgili diğer maddeleri ile Tüzüğün 25. maddesi gereği “Aanavatan Partisi (ANAP) ile birleşmek üzere kapanma kararı verdiği,
2. Anavatan Partisi’nin 04.Haziran.2005 tarihli Olağanüstü Büyük Kongresinde ise; “Demokrat Parti’nin Anavatan Partisi’ne katılması ile ilgili olarak bilumum iş ve işlemlerin ifası hususunda M.K.Y.K.’nun tam yetkili ve görevli kılındığı,
3. 28 Aralık 2005 günü Erkan MUMCU Başkanlığında toplanan MKYK’nun 10 sayılı kararı ile bu hususun deruhte ve ikmal edilerek, DP-ANAP birleşme ve bütünleşmesinin fiilen, hukuken ve resmen tamamlandığı,
28 Mart 2006 günü Yargıtay Cumhuriyet Baş Savcılığı, İçişleri Bakanlığı ve Anayasa Mahkemesine verilen mezkür resmi yazı ve bildirimle “kesinlik” kazandığı ve durum DP dosyası, resmi evrak, kongre tutanakları, taraf beyanları ve basın bültenleri ile sabit olup fiilen gerçekleştiği (olup-bittiği, yaşandığı) halde!....
4
. Bütün bu “ikmal edilmiş/tamamlanmış, tekemmül etmiş” hukuk ve ahlaka uygun usul ve prosedüre rağmen; Sırf bir hile-desise, düzen ve seçmeni aldatma, yanıltma ve 2007 seçimlerinde kullanma amacıyla Mehmet Ağar ile Erkan Mümcu arasında vaki 05-14 Mayıs 2007 tarihli: DYP’nin kanunsuz olarak DP adını edinmesi ile sonuçlanan sanal “birleşme bütünleşme” eyleminin mezkür partiler için hayali sükut ve hazimet nedeni olduğu; Dahası süreçte DP’nin tertemiz adı’nın kirli pazarlıklara alet edildiği, bilinen gerçeklerdendir.
Hani vaktiyle Aydın MENDERES, DP’ye ihanet ederken “Çarşıya kadar değil, pazara kadar değil, mezara kadar RP’liyim” demiş ve akabinde vahim bir kaza (felaket) ile malul ve tekerlekli sandalyaye mahkum olmuştu ya!.. İşte, ANAP ve D(y)P’de bu samimiyetsizlikleri, yahut art niyetli sahipleri yüzünden 7 yıldır mâkus bir tarih ve talihsizliği paylaşmaktadırlar..
Oysa, DYP., DP’den aldığı 30.12.2002 tarih ve 02.08/009 sayılı resmi çağrı ve ihtarnameyi ne çabuk unutmuş? DP’nin adını edindiği halde “Yeter!... Söz Milletindir” anlamına gelen amblemini niçin reddetmiş? Ve, Tüzük ve Programı’nı niçin “Kadim DP’nin dava, manâ ve misyonunu üstlenmemiştir?..

Bizden hatırlatması: Demokrat Parti, adalet ve hukuk gereği TC’nin De’Facto iktidarı, tek ‘hukuki ve meşru’ siyaset kurumu; Fiili durumdan dolayı 27 Mayıs mağduru ve mazlumu; hain bir isyan ve ihanetin maluldur. Vaki iade-i itibar, henüz hain ve kaatiller sorgulanmamış ve yargılanmamış olduğundan memnu ve muteber addolunamaz.
Neticede: DEMOKRAT PARTİ, Atatürk’ün vasiyeti, Demokrasi Şehitleri’nin emaneti “siyasette fazilet mücadelesinin” adı ve mabedidir. O’nunla oyun olmaz biline!..
Kaldı ki Demokrat Parti hukuken ANAP’ın yeddi, sorumluluk ve vesayeti altındadır.
Bu süreçte: 1993 “hırs, husumet, kapris ve taassup” tuzağına asla düşülmemelidir!...
Unutmayın !... "zülfiyare dokunmamak çok büyük dikkat, bilgi ve beka ister"
Dahası: Demokrat Parti'nin yolu: "tam dürüstlük, namuskarlık, adalet, hukuk ve demokrasi" yoludur. Bu yolda hırsıza, yolsuza, soysuza, anarşim ve terörizme yer yoktur"
(*) Mustafa Nevruz SINACI : Siyaset Bilimci-Hukukçu, 7. ve 9. dönem DP Genel Başkan Yardımcısı, Araştırmacı-Yazar,

16 Temmuz 2009 Perşembe

SİVİL DARBE VE ŞİFRELER
Mustafa Nevruz SINACI
Bazı asker kişilerin sivil mahkemelerde yargılanmasına ilişkin, iktidar tarafından, sinsi bir gece yarısı baskını, gizli amaçlara matuf ve AB tarzı yapılan operasyon; Gerçekte oyun’un bir parçası olan çevrelerde “sanal” bir şaşkınlık yarattı.
Bunlar, genellikle adalet ve hukuk tanımayan ve “kanunculuk” yapan kesimlerdir.
Sorsanız; Askeri Yargıtay’ın “Adalet Devletin Temelidir” ilkesi ile Sivil Yargıtay’ın “Adalet Mülkün Temelidir” söylemi arasında ne fark var diye! Hangisi ne anlama gelir, mana, medlul (içerik-muhteva) maksat nedir bilmezler. Yahut merhum Mustafa Muğlalı Paşa utancı dâhil (d…) gibi bilirlerde, işlerine gelmediği için söylemez, doğru dürüst bir lâf da etmezler.
Peki, neden ve niçin? Çünkü adalet, hukuk ve hak 27 Mayıs’la birlikte infaz; Ordu’nun kadim subay ve üst subaylarının kahir ekseriyeti kovulmaktan beter bir biçimde terhis edildi. Yetmedi, askeri okullar boşaltıldı. Koskoca TSK subaysız ve generalsiz kaldı. Rivayet değil hakikattir: Cebri terhis yoluyla orduyu terk’e icbar edilenlerin tamamına yakını “Peygamber Ocağı” şuuruna sahip, Mareşal Fevzi ÇAKMAK ekolü’ne dâhil ve beş vakit namaz kılan, imanlı-şuurlu yani aydın, münevver ve mütedeyyin, gerçek Türk ve Müslüman Askerleri idiler. Sonra yapılan yasa düzenlemeleriyle ‘askerlik’ sıradan bir mesleğe dönüştü. 2300 yıllık sağlam ve sarsılmaz gelenek “inanç, kök ve ırk temeline dayalı” akait ilga edildi.
ESAS MESELE ŞU Kİ:
Alçakça yıkılan demokrasinin hazin enkazı üstüne monte edilen güdümlü ve gayri milli örtülü faşizm, oligarşi ve despotizmin, bundan böyle “halka karşı” korunma ve kollanma ihtiyacı hâsıl olduğu içindir ki; Anti-demokratik amaç ve içerikli pek çok kurum ve kuruluş oluşturuldu. Örneğin 6.04.1914 tarih ve 233 sayılı geçici kanunla kurulu Divan-ı Temyiz-i Askeri de, “Askeri Yargıtay”a dönüştürüldü. Önceleri bu sadece bir kuruldu. Adli (sivil) üyeleri dahi vardı. Sonra, bir paçavra kadar dahi hukuki değeri olmayan 61 dayatmasıyla kurumlaştı!... .
İLGİNÇ TARİHÇE:
6.04.1914’de, Divan-ı Temyiz-î Askerî adıyla dar çerçeveyi şamil kurulan dairenin görevi; “Savaş Mahkemeleri (Divan-ı Harp) ve disiplin kurullarınca verilen kararları temyizen incelemekti” 6 Eylül 1916 tarih ve 809 sayılı Kanunla kapsam genişletildi. Tek olan temyiz kurulu ikiye çıkarıldı. Ayrıca, bazı yenilikler de getirildi. TC kurulduktan sonra, 20.05.1922 tarih ve 237 sayılı Kanunla mezkür daire “Askerî Temyiz Mahkemesi” adıyla Ankara da teşkil edildi ve başkanlığına Org. Nihat Anılmış getirildi. 22 Mayıs 1930 tarih ve 1631 sayılı Askerî Muhakeme Usulü Kanununun 284. maddesiyle “Askerî Temyiz Mah.” adı yasallaştı ve 27 Mayıs’a kadar usul ve esasları yürürlükte kaldı.
Bu süreçte “askeri sahada, asker arasında ve münhasıran (sıkıyönetim, olağanüstü hal ve savaş hariç) kapsam içi suçlara ilişkin” geçici Askeri Mahkeme ve disiplin kararlarına temyizen bakılırdı. Diğer bir anlamda ve esas itibarıyla: Yargı usulü tekti ve adli idi Askeri Temyiz sadece özel mahkemeler, disiplin kurulları ve yarısı sivil bir heyetten ibaretti.
Askerî Yargıtay bugünkü adı ve yapısına, 27 Mayıs kalkışmasından sonra, sözde kurucu meclisçe hazırlanan 9.07.1961 kabûl tarihli Anayasa ile kavuştu. 61 Anayasası Askerî Yargıtay’ı yüksek mahkeme olarak düzenledi, 141'inci madde gereği 24.12.1962 tarih ve 127 sayılı Kanunla kaim teşkilât yapısı; 8.7.1972 tarih ve 1600 sayılı Kanunla tekrar düzenlendi. 11.12.1981 tarih ve 2563 sayılı Kanunla MGK bazı değişikliklerle Askeri Yargıtay’ı 1982 Anayasası’nda aynen korundu. Sıkıyönetim mahkemeleri 1991’de kaldırıldı. 27 Mayıs 1993 tarihinde dairelerin üye sayısı altıya; 2001’de, 5 olan Daire sayısı 4’e indirildi. Buna mukabil Dairelerin altı olan üye sayısı yediye yükseltilerek teşkilâtlanma biçimleri tamamlandı.
Gerçek bu..
Yani ikili yargı (çifte standart) sistemi 27 Mayıs ‘dikta rejimi’ damgalı ve halk partisi patentlidir. Kast-ı mahsusla ikame sistem kaht-ı rical’le aslına iblâğ olunamaz!.. Hakikat ve adalet ancak; Umur-u devlet ve siyasette fazilet ile kaim olabilir. Zira TC de, “Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletin” olduğu; “milli devlet” ilkesinin hayata geçtiği ve “güç’ü hak’lılar (bizatihi millet) teslim aldığı” takdirde ancak “adalet” hayat bulabilir.

7 Temmuz 2009 Salı

“KUŞATMA VE ÇULLANMA”
Mustafa Nevruz SINACI

Sevgili ve değerli okuyucularım; Aziz ve kadim gönül dostlarım,.
Ülke, İnsan, Bayrak ve Toprağın; Adalet ve Hukuk’un gerçek sahipleri,
Hak yolunda fazilet mücadelesi veren ve/veya vermeye talip kardeşlerim !..
Geçirdiğim ağır bir felç nedeniyle üç ay’dan fazla bir süredir dostlarım hüzün, bil-umum vatan hainleri, insanlık, adalet ve hukuk düşmanları sevinç içinde. 7 yıldır çektirdikleri maddi-manevi baskı, aleni tehdit, günde on binleri bulan virüs saldırısı ve trojan (truva atı) zulmü ile organize büro baskınlarına rağmen; Allah’a şükür halâ ayakta ve hayattayız.
Borcumuz, derdimiz olmuş, bir el, bir ayak sıkıntı yaratmakta imiş ne gam !
İnsan, “Hürriyet, adalet ve bari hakikat (insanca yaşam) uğruna vardır. İşte bu minvalde kaderimiz ve karakterimiz olan süreç devam edecektir. Muhtemel kısa süreli mazeretimiz nedeniyle bazan “bilim insanları ve dava adamlarından nakiller“ yeri geldikçe ve mümkün oldukça da “kendi yazılarımız, yayın ve makalelerimizle“ inşâallah…

Yeni dönemi TURGEM Genel Başkanı kadim dostum Remzi UYSAL’ın (*) çok önemli ve değerli “BİR YORUM YAZISI“ ile başlatıyorum:
Makale 07 Temmuz 2009 tarihli. Konu ve başlık aynı.
“Kuşatma ve Çullanma“
“Türkiye Psikiyatri Derneği Üyesi Sayın Prof. Mehmet Kerem DOKSAT´ın posta kutuma düşen ’Türkçe Bülten’in ’Etiketler Bölümü’nde, “Erdenekon ATATÜRK´ün kişiliğine psikolojik saldırı“ başlıkllı yazısını ve de Sayın Gökhan DEMİR´in de bu yazının içeriğine 28.6.2009 günlü yaptığı eleştiriyi okudum.
Sayın Doksat yazısında, Türkiye´nin bugün içinde bulunduğu durumu, halkımızın nasıl bir psikolojik süreç ve travmalardan geçirilmiş olduğunu, ulusal duygu ve reflekslerinin nasıl yok edildiğinin, ülkemizin yağmalanmasına neden tepkisiz kalınmakta olduğunun, bir bilim adamı olarak analizini yapıyor.
Sayın Demir´in eleştiri yazısından; Ulusal ve laik devlet düzenimiz gerekirse dağılsın da, bu nasıl olursa olsun ve bunu kim yaparsa yapsın, bizim umurumuzda değil diyebilecek bir kesimin, devlet yapımıza ve aydınlarımıza duydukları öfkenin dışa vuruşu anlaşılıyor.
Aslında Sayın Demir´e, kendisi gibi düşünenlerin neler hissetiğini bize çok samimi bir şekilde hissettirdiği, anlatmaya çalıştığı için, teşekkür etmek istiyorum.
Demek oluyor ki; bir kesim Türkiye´de pusuya yatıp, emperyalistlerin Türkiye´nin başına çullanmalarını beklemiş. Ve bu kesim bunu, inanıyorum ki, dinimizdeki vatan sevgisi ile de bağdaşlastırabilmiş.Ama şu unutulmamalı ki; bugün ulusal onur ve değerlerimize saldıranların karşısında -birilerine kızdıkları için de olsa- suskun kalan kesim, gelecekte bu topraklarda ibadetlerini bile gönül rahatlığı içinde yapamıyacaklar.
Türkiye´nin başına çullanmakta olanlar, Pakistan ve Afganistan´da söz yerinde ise sokaklarda rastgele yakaladıklarına, terörist ve yandaşları diye Guantanamo´da yaptıkları ortada. Irak kapı komşumuz. O insanların yaşam haklarına, kutsal inançlarına ve hatta ibadethanelerde yapılan saldırı ve hakaretleri yıllarca okuyup, dinledik, görüntüleri izledik.
Anlaşılıyor ki, ülkemizde üstelik dindar geçinen bir kesim, kendileri gibi düşünmeyen aydınlarımıza, içlerine sindiremedikleri laik devlet düzenine, nedeni ne olursa olsun duydukları kin ve öfkeden, ülkemiz ekonomisinin can damarı olan bankalarımızın %70´ inin üzerinde yabancılara peşkeş çekilmesine seyirci kalabiliyorlar. Oysa, hiç bir Avrupa Birliği (AB) ülkesinde, banka sektöründe yabancı sermayenin oranı %21´i geçmez.
Biz bankalarımızı yabancılara orantısız şekilde yabancılara sunarken, Almanya´da birleşik sağ partilerin ağır bastığı ve başbakanı da sağcı olan koalisyon hükümeti, zarar eden bankalarda yüksek oranda hisse senetleri alıp, banka yönetiminde ve ekonomide devletin gücünü artırıyor. Biz de ise tam tersi oluyor. Bunun izahı nasıl yapılabilir? Sadece bankalar mı, yabancılara altın tepside sunduğumuz.
Bu da yetmezmiş gibi; yabancı banka sermayesi kuşattığı yerli sermayemize, en düşük kredi için bile, en güç şartları öne sürmekteler. Böylece yerli sermayemizin yok olmasına göz yumuluyor.
Bütün bunların kaynağı, ATATÜRK ve Devrimlerine, (Türk İnkılâbına) yurtsever aydınlarımıza duyulan, nefret, kin ve öfke midir?
Bunun vatanseverlikle, sağ duyu ile bağdaşır tarafı var mıdır?
Bugün soframıza gelen ekmek bile, tarım politikamız böyle devam ederse, vücudumuzda tıp biliminin bile tanımlamakta aciz kalabileceği hastalıkların nedeni olabilecektir. Genleri ile oynanmış ve köylümüze empoze edilen tohumlar, tarlalarımızın verimini tamamen yitirip, harmandan kaldırdığımız buğdayın da tohum olamıyacağına tanık olduğumuzda, hem bazı şeyleri düzeltmek için çok geç olacak, hem de bu zaman içinde çok şeyin ellerimizden kayıp gittiğini görebiliriz.
İşte üç ay içinde oluşan ve %13,8 küçülen ekonomimiz, milli gelirimizinden buharlaşıp uçan 57 milyar dolar, kimleri mutlu etmiştir?
Bu mu teğet geçen kriz?
Yoksa, Türkiye´yi kuşatma ve başına çullanmanın bir işareti midir?
Ülke değerlerinin yağmalanmasına, peşkeş çekilmesine göz yummakla mukkadesatcılık nasıl bağdaşabiliyor?
Oysa dinimizin en değerli ve kutsal öğesi, vatan ve toprak sevgisi değil midir?
Bana 27 yıl önce bir ayağı takma genç bir Filistinli´nin: „Bizim kıldığımız Cuma namazı kabul değil“ dediği, halen kulaklarımda çınlamaktadır.
Sayın Demir gibi düşünen ve davrananlar, istediklerinin “gönüllerince gelişmediğini” öne sürerek, bugün reddettikleri „eskinin“ de geri dönemeyeceğini, yaşayıp öğrenmek mi istiyorlar, yoksa?
İşte o zaman, bazı şeyleri düzeltmek için zaman da, firsat ta kaçmış olmayacak mı?
Allah Türkiye´yi, başımıza çullanmak için dışarıdaki pusu siperlerinde yatanlardan değil de, öncelikle içerideki işbirlikçilerden ve siperlerde yatanlardan korusun.
Korkarım ki bu süreci dibe vuruncaya kadar yaşayacağız.
Ama unutulmamalı ki; tarihimiz sabrımızın sınandığı örneklerle doludur.
Ondan sonra mı?
Tarihimizde yaşadığımız 86 yıl öncesinin örneğini kim yok sayabilir?“
(*) Remzi UYSAL, TÜRGEM Başkanı e.Mail:
uysalremzi@yahoo.de
***
SON VUKUAT
Peki; SSK ve Bağ-Kur emeklilerine, “Ekim 2008'de yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası’nın 55. maddesi doğrultusunda, "Bir önceki 6 aylık (Ocak-Haziran, 2008) enflasyon oranında, yani % 3.83 zam yapıldığını; YASA GEREĞİ: 01 Temmuz 2009’dan geçerli olmak üzere de: 2008 yılı Tem.-Aralık enflâsyonu olan % 6.77 oranında zam yapmak zorunda olduğunu biliyor musunuz?
Yani adalet ve hukuk gereği 2009 yılı Temmuz ayı zammı % 6.77 olarak uygulanmak zorunda iken; (Yasanın amir hükmü ve iktisap edilmiş hak’a rağmen) Niçin (5.7.2009) SSK ve Bağ-Kur emeklilerine % 1.83 maaş zammı yapıldı acaba !?..
Hani Recep adalet (hüküm doğrultusunda) hak ilkelerine sahip ve saygılı idi!....
Bir yanda eski rical, evlât-ayâl, yandaş’a-yoldaş’a kıyak, diğer tarafta ekonomik kriz, fakr-ü zaruret, açlık-yokluk, yoksulluk içinde kıvranan, en hayati ve insani (mutlak/ zorunlu) ihtiyaçlarını tedarikten aciz, yaşamı zindana dönen, sefalete mahkum edilen asıl vatandaş!..
Biline ki; “ADALETSİZ HÜKÜMET’LER FAZİLETSİZDİR”