26 Kasım 2010 Cuma

Aydın "Adnan Menderes Üniversitesi", Demokrasi Şehid'i Başvekil, "Adnan Menderes" Ödüllü Makale Yarşması Hakkında; Duyuru ve Bilgi

İletişim: adnanmenderes.sempozyum@adu.edu.tr,
Bak: http://www.etkinlik.adu.edu.tr/adnanmenderes/
Yrd.Doç.Dr. Dilşen İNCE ERDOĞAN
Telefon : +90 505 220 52 96
E-Posta : dilsenince@adu.edu.tr
*
Yrd.Doç.Dr. Hüseyin ÜRETEN
Telefon : +90 506 752 29 44
E-Posta : hureten@adu.edu.tr
*
Gülay GÜNDEAY - Şübe Müdürü
Telefon : +90 505 874 55 75
E-Posta : gundeay@adu.edu.tr

22 Kasım 2010 Pazartesi

İHANET, KEHANET VE TEHDİT
Mustafa Nevruz SINACI
Sonradan adı DP’ye dönüştürülen malum D[y]P’nin başkanı; “Cindoruk'un 'ordu darbe yapacak' kehaneti!.. Tarih, 09 Kasım 2010. Kaynak, resmi devlet ajansı AA…
“DP Başkanı Cindoruk, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nin değiştirilmesi ve TSK komuta kademesinin Cumhuriyet Resepsiyonu'na katılmamasına ilişkin, ''Komutanların tavrı, sessiz bir direniştir. Ordu, sessiz bir muhtıra vermiştir. 'Kırmızı Kitap'taki irtica, iktidar oldu'' dedi ve yaptığı yazılı açıklamada, hükümet'in, son MGK toplantısında, milli güvenlik siyaset belgesi'nden irticayı çıkardığını, bu konuda Abdullah Gül'ün Londra'ya giderken, söz konusu belgenin yeniden yazıldığını açıkladığını belirterek, şunları kaydetti:
''TC'nin hassasiyetlerine göre değil; AKP’nin isteklerine göre hazırlanmış bir milli güvenlik siyaset belgesi oluşturulmuştur. Ordu komutanlarımızın Cumhuriyet Resepsiyonu'na katılmayışları, basite alınacak bir olay değil; sessiz bir direniştir. Ordu, bu yolla bir muhtıra vermiştir. 'Kırmızı Kitap'taki irtica, Türkiye'de iktidar oldu. Bunu, algılamamız gerekir. Türk ordusunun bu işi sadece böyle bir eylemle sonuçlandıracağını, bitireceğini sanmıyorum. Bu kararı verirken, ardından yapılacak aşamaları da tespit etmiştir. Hükümetin de, bizlerin de, bu meseleye çok dikkatle eğilmemiz gerekir.
Bir Silahlı Kuvvetler mensubunun, Cumhurbaşkanının davetine gitmemesi, emre itaatsizlik olmaz. Ama bunun, bir siyasi duruş ve bir siyasi direniş olduğunu hepimiz kabul etmeliyiz, disiplin içerisinde yapıldığını da bilmeliyiz. Söz konusu duruş, en baştakinden, en küçük rütbelisine kadar disiplin içinde uygulanmıştır. Bunu iktidarın, muhalefetin ve basının iyice irdelemesi gerekir.''
Cindoruk, Türkiye'nin en büyük ve en güçlü kurumu olan TSK'nın, hükümetle ayrılığa düştüğünü, ayrılığın rejimle ilgili olduğunu ifade ile ''TSK’nın rahatsızlığını Cumhurbaşkanı ve Başbakanın, kendilerine karşı bir tavır olarak bilmelerini ve araştırmalarını tavsiye ederim. Türkiye, rejimin değiştirilmesi tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor'' diye konuştu.
Şimdi meseleyi analitik yönden inceleyecek ve irdeleyecek olursak;
İHANET: Mehmet Ağar ve Erkan Mumcu’nun, (2007) tam bir onursuzluk, aymazlık, sorumsuzluk ve ahlâksızlıkla tarihi Demokrat Parti’ye oynadıkları oyun!.. Kadim DP’nin adı, manâ, dava, 46 ruh ve misyonunu üzerinden vaki “siyaset simsarlığı, misyon tacirliği”, tüzük, amblem ve program sahtekârlıkları.. Sürekli istismar edilmesine, kutsal kamu vicdanı özünde sömürü vasıtası yapılmasına rağmen; 27 Mayıs, Yassı-ada ve katliam/idam’ların hesabını sormamak suretiyle; Üslendiği ad-ı ve manâyı temsil ve ilzam konusunda tam bir acizlik, kayıtsızlık, bilgisizlik, yetersizlik ve yeteneksizlikle atıl kalmak; Tarihi ve kadim Demokrat Parti ile; Bu nedenle onurlarıyla oynanan, gasp-irtikap, zulüm ve işkenceye maruz kalan tüm “gerçek, samimi ve dürüst demokratlar ile sadık Atatürk sevdalılarına” ihanet ve hakarettir.
KEHANET: Öncelikle ve evvelâ mündemiç oldukları insan ve vatan sevgisi, adalet ve hukuk saygısı ile demokrasiye olan sadakatleri nedeniyle;, Toplam 38 sergerdeden ibaret bir avuç çapulcunun HP güdümünde isyana kalkışacakları gün gibi aşikâr iken ve iyi bilindiği halde;, Necip Türk Milleti ile Türk ve İslâm dünyasının medar-ı iftiharı, göz bebeği, Evlâd-ı Fatihan ve Peygamber Ocağı Ordusuna halel getirmemek uğruna; Muhtemel kalkışma halinde Asker, Polis ve Yargıya tam güvenle, adalet ve hukuka sığınmayı tercih eden bir siyasi fazilet ocağının; Muvazaalı bile olsa güncel başkanı sıfatıyla sarf edilen bu kehanet, büyük çelişki, talihsizlik ve bühtandır. Üstüne üstlük, etrafında cirit atan hırsız ve yolsuzlar ile “siyasallaşan mafya, akredite medya ve politik-ACI” ların soygun-vurgun organizasyonlarına karşı şiddetle muhalefet etmekten kaçınması, en az bu kehanet kadar utanç ve hicap vericidir.
Bu gaflet ve dalalet gerçek demokratlardan ve milletten özür dilemeyi zorunlu kılar.
TEHDİT: Mezkür beyan, bir yandan “kehanetle” darbeye davetiye çıkarmak, diğer taraftan da, müşteki olunan hükümeti “darbe ile tehdit etmek” anlamına gelir ki; Bu, tarihi ve kadim “DP” için “asala tevessül ve tenezzül edilmeyecek kadar” ucuz bir politikadır.
STRATEJİK ORTAK (!?),
İNCİRLİK VE FÜZELER
Mustafa Nevruz SINACI
Kadim Halk Partisi (CHP) tarafından, iktidarın Demokrat Parti’ye devrinden sadece 40 gün önce ve çok manidar bir şekilde yangından mal kaçırırcasına 4 Nisan 1949 tarihinde imzalanan Washington Antlaşması gereği, bir Amerikan üssü olan “İncirlik” (*) hariç olmak üzere;, Soğuk savaş döneminde ABD’nin Avrupa ve Türkiye’de üslendirdiği radar ve füze sistemlerini iptali; Türkiye’yi rahatlatmış ve çevre ilişkilerini geliştirmesinin önünü açmıştır.
Şayet bugün Rusya, İran ve Suriye ile gümrükler, vizeler kalkabiliyor ve yerel para birimleri ile ticaret teşvik ediliyorsa; Gerici, fanatik ve din tüccarı kesimin ileri sürdüğü, iddia ettiği gibi bu, “hükümetin büyük başarısı” değil, bölgesel konjonktürün sağladığı bir imkân ve avantajdır. Ayrıca, komşularla “0” sorun konsepti ile “Türkiye aleyhine tavizlerle” yürütülen politikanın yürüyüp yürümeyeceği, onurlu/sorumlu ve omurgalı bir dış siyasetin sergilenip sergilenemeyeceği, önümüzdeki günlerde netleşebilecektir.
Türkiye’nin durumu çok zor:
Bush zamanında geliştirilen, Obama’nınsa şark kurnazlığı ile NATO bünyesine alınan “Füze kalkanı projesi” Türkiye’de konuşlandırılacaksa, bu iş gelecek bir iki ay içerisindeki en büyük sıkıntılarımızdan biri olacak demektir. Zira şu anda, “ihanet abidesi ve milletin bağrına sokulmuş düşman hançeri” misal TC’ye küstahça meydan okuyan “Amerikan üssü İncirlik”; Ortadoğu vahşeti, anarşi-terör ve tedhiş bağlamında barınak, gayya çukuru ve kahpe, kalleş düşman karargâhı durumundadır. İncirlik’e izin veren CHP zihniyeti kamu vicdanında ebedi lânete mahkûmdur. ABD/NATO Füze Kalkanına izin vermesi halinde, AKP’de, aynı şekilde şiddetle kınanacak, lânetlenecek ve muhtemelen tarihe “vatana ihanetle malûl ve milleti en alçak şekilde hançerlemekle müseccel” şerefsiz, soysuz ve hain bedhah bir melânet tanımı ile geçecektir. Zira AKP’nin “şimdiki” esas görevi ülkeyi İncirlik belâsından kurtarmaktır.
MENFUR TUZAK:
Görmeyen kör, bilmeyen ahmak ve duymayan sağırdır. Bu Füze Kalkanı çok açık bir halde, Amerikan çıkarları uğruna (BOB kapsamında) oluşturulmak istenen, Türkiye ve bölge İslâm ülkeleri aleyhine menfur bir tuzaktır. ABD buna ‘yeni terör stratejisi konsepti’ demekte fakat Türkiye düşmanı terör ve tedhişin arkasında durmayı sürdürmekte, dolayısıyla da Çek Cumhuriyeti ve Polonya’nın reddettiği füze sistemini Türkiye’ye yerleştirmek istemektedir.
Bu iğrenç bir kalleşlik, apaçık düşmanlık ve tuzaktır!..
Çünkü “İran ve Suriye” NATO düşmanı iki ülke haline geldiğinde, TC düşmanı olarak algılanacak; İkili ilişkilerin tavan yaptığı bu ülkeler kendilerine karşı kullanılacağı kesin füze sistemlerini üslenen Türkiye’yi “mutlak bir tehdit” olarak algılayacak ve göreceklerdir.
Beklenir bir İsrail-İran çatışmasında; Türkiye bu savaşa çekilecektir. Oysa mezkür Radarlar ve Savunma Sistemlerinin Avrupa’yı korumaya yönelik olduğu, Türkiye için bir yararının olmayacağı ifade edilmektedir. Ayrıca, Sistemleri yerleştirmeye zorlanan Türkiye, bunların yönetim ve karar mekanizmasında görevlendirilmeyeceği anlaşılmaktadır. BM son oylamasında, İran’dan yana tavır koyan TC’nin; 19 Kasım’da hayır demesi durumunda, eksen kayması savları, tartışılmaktan çıkacak ve Türkiye Batıdan kopmuş olarak algılanacaktır.
Şu hale nazaran: Türkiye’nin 19 Kasım sınavı hayati önemi haiz bulunmaktadır.
Hükümet; “aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık” durumu ile karşı karşıya olup; Bu bir “milli meseledir”. Yalnız AKP değil, bütün partiler bir araya gelmek ve kafa kafaya vermek suretiyle çözüm üretmek ve meseleyi halletmek zorundadırlar. Aksi takdirde, İncirlik zanlısının şaibesi katlanacak, MHP ve BDP de “vatan haini” kategorisine dâhil olacaktır.
Türkiye için, en yakın ve en büyük tehlike Füze Kalkanı ve İncirlik üssüdür.
Füze Kalkanı’na evet diyen ve İncirlik’i söküp atamayan bir unsur hükümet değil; Olsa olsa, bir cehalet, ihanet ve bedhahların piyonu kirli-kaprisli bir menfaat şebekesi olabilir.
Not: İncirlik, TC’nin evrensel hukuk, legal mevzuat, yasa, egemenlik ve hükümranlık haklarına bütünüyle aykırı olup; Cari anarşi, terör ve tedhişin başlıca sorumlusudur. 15.11.2010
DİKKAT!.. İletişim için :: e.POSTA :: gercek.demokrat@hotmail.com
GELECEĞE UFUK AÇAN YAZILARINIZ.‏
Kime: gercek.demokrat@hotmail.com, mustafanevruzsinaci@gmail.com
Kimden:cagrielgun@hotmail.com
Gönderme Tarihi:24 Kasım 2010 Çarşamba
Kime: gercek.demokrat@hotmail.com; mustafanevruz.s1 (mustafanevruz.s1@gmail.com)
Değerli Dost;
Sn. Mustafa Nevruz SINACI;
Bilgi, akıl, mantık süzgecinden geçmiş, geleceğe yönelik hedefler gösteren millî, vatanî, ve ahlâkî bir fazilet levhası olan yazılarınızı okumaktan büyük memnuniyet duyduğumuzu size iletmek istiyorum.
Memleketimizin nedametli coğrafyasında, sizin gibi MESELELERE TEŞHİŞ KOYAN, ELEŞTİREN ve NİHAYET YOL GÖSTEREN aydınlarımızın sayısı neredeyse tükendi. Tükenmese de bir avuçtan az kaldı.Hiç şüphesiz, ŞAN, ŞÖHRET, MAKAM, MEVKİ ve PARAYA herkesin hevesi, ihtiyacı ve ihtirası vardır; fakat bütün bunları bir tarafa iterek sadece DOĞRU BİLDİKLERİNİ YAZABİLMEK BU DEVİRDE kalbur gibi yürek ve MALKOÇOĞLU gibi cesaret ister.Bu sebep ile:
DOĞRU TEŞHİSLERİNİZ, ELEŞTİRİ ve YOL GÖSTEREN YAZILARINIZ SEBEBİYLE sizleri tebrik ediyor;geçmiş bayramınızı kutluyorum.
Abdullah Çağrı ELGÜN

4 Kasım 2010 Perşembe

Hacc, kurban ve "kurban kesmek" üzerine!...

BAYRAM, “HACC” VE KURBAN (1)
Mustafa Nevruz SINACI
Istılah da, (Kurban Bayramı’nda) sadece “harem-i şerif’te, yani Kâbe-i Muazzama da” Hacc farizasını yerine getirenler kurban kesebilir.
Akika, adak ve kefaret gibi haller dışında; Özellikle de, “Kurban Bayramına özgü bir ibadet” biçiminde algılanarak kurban kesmemek gerekir.
Zira Kurban kesmek ancak Hacda farzdır veya aynı manada vaciptir.
Peygamber Efendimiz sadece hacda kurban kesmişlerdir.
Kur-an’ı Kerim, sadece hac yaparken kurban kesmeyi emreder.
BUNA GÖRE:
“Kurban kesmek ancak, Hacc (Kâbe/Mekke-i Mükerreme/ Mescid-i Haram) da farz veya aynı manâda vaciptir. Bu iki terim aslında aynı şeyi ifade eder. Bunun dışında kurban kesmek müstehap (Sevilmiş şey, yapılması sevaplı olan. Peygamber Efendimizin bazen yapıp bazen terk eylediği, farz ve vacibin dışındaki sevaplı işler. Sevaplı iş, nafile, mendup, fazilet, edeb, tatavvu) sünnetlerdendir.
Hacda kurban kesemeyenin 3 gün orada 7 gün döndükten sonra oruç tutması farzdır.
Artık Mekke'de kesilen kurbanların fakir ülkelere gönderilme imkânı vardır.
Geçmişte, Kâbe’de kesilen Kurbanların telef ve zayii olması Selefiyeci Vahhabilerin dar kafalılığından kaynaklanmakta idi.” (Fazıl Agiş, Emekli Öğretim Görevlisi, Müçtehid ve Fakih)
“Kurban kesmek, hacc ibadetini yerine getirenler için bir vecibedir.
Ancak Türkiye’de ‘zengin’lerin yerine getirmesi gereken bir ibadet biçimi olarak algılanmaktadır. Bununla birlikte, kurban etinin bir kısmının fakirlere dağıtılması kaydı şartıyla bunun (uygulamanın) hayırlı bir “gelenek” olduğu söylenebilir. (Prof. Dr. Ömer Özsoy, Prof. Dr. İlhami Güler, Sistematik Kur’an Fihristi; 364)
Kurban, haccı yaşayanların bayramıdır.
İhramlanıp Arafat’ta gündüzleyen, Meş’ar’e doğru akan, Müzdelife’de geceleyen hacılar, ertesi sabah şeytan taşlar, tıraş olur ve ihramdan çıkarlar. Artık hacc tamam olmuş sayılır. Arafat’ta yaşadığı muarefe, yani Rabbiyle tanış olma sınavından geçen, Meş’ar’de gece boyu kendi içine dönüp şuurlanma sınavı veren hacı, artık bayram sabahına tıpkı Ramazan Bayramı sabahı yaşadığımız gibi bir tür çözülme ya da serbestleşme ile girer.
İhramda iken tek bir kıl bile koparılmasına izin verilmezken, bir yeşil yaprağı koparması yasakken, bayram sabahı bir canı, bir hayvanı boğazlamak üzerine vacip olmuştur. Hacının ihramı, bu anlamda Ramazanın orucuna benzer. Oruçlu Ramazan Bayramına dili çözülmüş; hacı ise Kurban Bayramına eli çözülmüş olarak girer.
Kurban Bayramı sabahı, hacıdan bir önceki gün yasaklananları yapması emredilir.
Kıl koparamazken tıraş olması istenir.
Bir yaş yaprağı bile koparması men edilmişken kurban kesmesi istenir.
Eli çözülmüştür artık. Şeytanı taşlamaya da hak kazanmıştır. Müzdelife’de yaşadığı şuurlanma / bilinçlenme sırasında toprağı kazarak topladığı taşlarla birlikte, eliyle ettiği / edeceği ne kadar kötülük varsa şeytanın yüzüne savuracaktır artık…
Hacı Kurban Bayramının sabahına ferahlamış olarak girerek, sınavlarını geçmiş, engelleri aşmış olarak girer. Gün, kelimenin tam anlamıyla bayramdır artık.
Haccı yaşayanlar bu bayramı iyi bilir, iyi hisseder.
Kurban kesen elin kendi nefsinin (vücudunun) emrinde olmadığını, şeytana taş atarken eliyle ettiği şerlerin kendinden geldiğini, kestiği kurbanın ve hatta kendi kılının da kendi mülkü olmadığını bilerek eder bayramını. Öylece kurban ‘kurban’ olur; Rabbine “yakınlaşma” günü olur. Kurban bir can sınavıdır. Kurban bir yakınlık sevdasıdır.
Kurban bir varlık sorunudur. Elimizdeki bıçak önce canımızın boynuna değer, varlığımızın boyutlarını keser ve Rabbimizden uzaklığımızı ölçer.”
(Senai Demirci, www.muhammedmustafa.net)
BAYRAM, “HACC” VE KURBAN (2)
Mustafa Nevruz SINACI
Yukarda ve önceki yazılarda açıklandığı üzere ‘kurban kesmek’ Hac ibadeti dâhilinde ve bu anlamda bir vacip olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla Kurban Bayramı, Müslümanların Mekke, Haremi Şerifte, yani kutsal Hacc mahalli olan Kâbe’de toplanarak; yıllık mutat İslâm kongresi vesilesiyle birbirleriyle kucaklaşmaları, ümmetin sorunlarını müşavere ve müzakere etmeleri ile Hacc’la birlikte yeniden hayat bulmaları nedeniyle (geride kalanlarca) yapılan bir kutlamadır. Kutlama, Kâbe de kurban kesim ile birlikte ‘bayram namazı’ merasimi ile başlar.
Mekke dışında, hacca denk, geleneksel ve dinsel bayram olarak idrak edilen bu kutlu merasimin amacı: Alnımızın değdiği kıble kadar yakın, tek bir secdeyle gidip gelinecek denli yanımızdaki; İnsanlığın ilk mâbedi ve çevresinde yaşanan mübarek hac sevinci, kutsi heyecan ve telaşı idrake gayret etmektir. Haccı, hacıların gönlüne girerek yaşamaktır. Hayatları hac’la yeniden hayat bulan ve adeta yeniden doğan büyüklerimiz, yakınlarımızın feyiz, af-mağfiret, bereket ve rahmetini paylaşmaktır.
İşte, Bayrama, kurban bayramına öylece varmak ve sanki ‘biz’de Haremi Şerif’te, Kâbe huzurunda, Hacer-ül Esved karşısında imişiz gibi’ tali bir ibadet şuuru içinde idrak etmek gerekir!.. Kurban bayramından maksat yakınlık ve yakınlaşma manâsına gelen kurb, müminin cisim/madde çeperini aşarak Allah'a yaklaşması demektir. Unutmayalım ki, kurban, kelime anlamı ile Allah'a yakınlaşmak gayesiyle, O'nun verdiği mallardan, kurban edilmesi mümkün olan birini, yine O'nun rızası için HACC’da boğazlamak demektir.
Bu husus, Bakara Suresi: 196, Al-i İmran Suresi: 183, Mâide Suresi: 2, 27, 95, 97, Hac Suresi: 28, 33, 34, 36, Saffât Suresi: 107, Fetih Suresi: 25 ve Kevser Suresi: 2. âyetleri ile Hz. Aişe (ra) ve Sahabe’den Ebu Hureyre (ra), Zeyd İbnu Erkam (ra), İbnu Abbas (ra), Ümmü Bilâl Binti Hilâl (ra) Uveymir İbnu Eskar (ra) ve Hazreti Cabir (ra)’ın naklettikleri Hadis-i Şerifler ile sabittir.
Şu hale nazaran: Başta Namaz, Oruç, Zekât ve Hacc olmak üzere her biri ilâhi emir ve tıpkı ‘H2O’ gibi orijinal formülden ibaret ibadetler; Orijinal biçim, emredildikleri usul, esas ve şekilde algılanarak uygulanırsa doğru olur. Temel âdet (evrensel kural) ve ibadetlerde zaruret harici tolerans yoktur. Ancak tali (tamamlayıcı, bütünleyici) ibadetlerde bu düşünülebilir.
Örneğin: Kurban Bayramı bir “kavurma bayramına” benzetilemez, dönüştürülemez!..
İslâm ve iman’ın şartlarını noksansız uygulamayan; Doğruluğu-dürüstlüğü, adalet ve fazileti emretmeyen, kötülükten men etmeyen (emri bil maruf, nehyi anil münker); Kur-an’da vahiyle sabit haramlardan sakınmayan, yasaklara aldırmayan, basiret, adalet, ibadet ve medeniyet ile ilgili emirleri uygulamayan; İslâm âleminin kalkınmasına, gelişmesine, yükselmesine katkıda bulunmayan kişinin Müslümanlığından söz edilemez!.. Namaz kılmayanın, oruç dâhil ‘ibadet’ yollu yaptığı hiçbir eylem makbul ve muteber sayılamaz. Müslümanlar zahire (görünene) göre hükmeder. Gaybı sadece Rab bilir. İlim ve iman ile amel etmek, eylem ve söylemde bir olmak insan ve İslâm olmanın en ve tek belirgin işaretidir.
İslâm’da ilmin kaynakları, tatbiki iman ve ibadet dayanakları Ayet, Hâdis, İcma-i ümmet ve içtihat olup; Ülkemizde kurulu DİB ve benzeri kurum/kuruluşların, (Müslüman halkın rey, rıza ve muvafakati ile seçilmemiş olmaları nedeniyle) hüküm irsali, yorum ve içtihat’a hak ve yetkileri yoktur. Bu tür kurumlar, yerleşik İslâm ümmetinin ibadet, mâbed, imar, inşa, idame ve ihyası ile namaz kıldırma memurlarının idaresi gibi muamelat işlerini tedvir vazifesi ile kaimdir.
Müslümanlıkta, İsa ve Musa şeraitlerinde olduğu gibi bir ruhban sınıfı yoktur.
İcma-i ümmet ve içtihat hakkı bizatihi Müslüman ahali, âlim ve ileri gelen müminlere aittir. Dolayısıyla DİB adına bir kişi çıkıp da: Kurban bayramında “kurban kesilir” veyahut da “kestirmeyiz” deme hakkına sahip değildir. Tıpkı başörtüsü konusunda ayet, hadis dışında tek bir kelime edemeyeceği gibi; tarikat ve cemaat tasallutu olmaksızın; Hak rızası için, adalet ve faziletle ümmeti temsil eden müminlerin reyi ile tertip ve teşekkül edinceye kadar!..
BAYRAM,
“HACC” VE KURBAN (3)
Mustafa Nevruz SINACI
Dönem itibarıyla, muharref şeraitle yönetilen Hıristiyan ve Musevi/Yahudi yönetim unsurları tarafından İslâm âlemi, Müslüman ülkeler ve halkları adeta bir hasım ve düşman olarak algılanmakta;, Başta Irak ve Afganistan olmak üzere pek çok İslâm ülkesine tasallut, işgal ve tecavüz edilmiş bulunulmaktadır.
Yanı sıra, Müslümanların ağırlık, yoğunluk ve çoğunlukta olduğu ülkelerin hiç birisi hâkim, hükümran, özgür ve bağımsız değildir.
Fakirlik, cehalet ve geri almışlık; Düne kadar dünyayı peşinden sürükleyen Müslüman ülke ve halkların önde gelen sorunudur.
Bunun başlıca nedeni:
Müslümanların insan hakları, adalet ahlâkı, eşitlik ve hukukun üstünlüğü ilkelerinden sapmış; Ticaret ve siyasette fazileti terk etmiş; Kur-an’ı Kerim’in emir ve yasaklarını bir kenara itmiş, gözden çıkartmış ve tefessüh etmiş, gaflet ve dalalet içinde “batı bataklığına” batmış olmalarından kaynaklanmaktadır.
Sebep:
Mezhepçiliğin hâlâ ön plânda tutulması ve içtihat kapılarının açılmamasıdır.
Oysa zaman, ittihad (işbirliği) ve tevhid (birlik) zamanıdır.
Bu nedenle İslâm da içtihat kapısı asla kapatılamaz, kapalı tutulamaz.
Çünkü İslâm dininin güncelliğini, güzellik, tazelik, sadelik, asra önderlik ve kamu vicdanına istikamet kazandırması dirilik ve zindelikle mümkündür.
Bu imkân ise ancak içtihat kapılarının açık olması ile kabil ve mümkündür.
Örneğin, Şiiler hiçbir zaman müçtehitsiz kalmadıkları içindir ki, her çağda hâsıl olan sıkıntı ve sorunlara çareler, çözümler üretmiş ve uygulamışlardır.
Buna mukabil Sünnilerde (ehlisünnet ve’l cemaat mezheplerinde) Abbasi halifesinin Memluklulara sığınmasının akabinde Sultan Baybars'ın emriyle dört Mezhebin içtihadına bağlanmak şartıyla birlikte “bu yapılan içtihatların dışında” içtihat yapmak yasaklanmış ve bu yasak asırlar boyu süregelmiştir.
Bu da ayrı ve önemli olay olup Ümmeti bağlamaması gerekir.
Keza, İmam-ı Gazali’nin benzer bir hükümle “bundan böyle içtihad kapıları kapanmıştır” demesi İslâm’a ve Müslümanlara bin yıldır çok büyük zararlar vermektedir.
İşin doğrusu:
Saltanat sahipleri, işgalci ve sömürgeciler, düzenlerini rahatça sürdürmek için, şeytanî bir kurnazlıkla, “İçtihat kapısı kapanmıştır.” hükmünü koydurmuşlardır.
Öyle ki, mezhep içtihatları dokunulmaz tabular hâline getirilmiş; Kur-an’ın önüne geçirilen bu akaid (kural) ve içtihatların, tabii ki günümüz ihtiyaçlarını karşılaması mümkün değildir. Çünkü insan dünyayı tanıdıkça, yeni ihtiyaçları olmakta, sanayi geliştikçe, her alanda bilgiler geliştiğinden, daima yeni içtihatlara ihtiyaç duyulmaktadır.
Tıpkı kurban vs ibadetlerin uygulanmasında olduğu gibi…
EK’LER:
Ek: 1) KURBAN AYETLERİ:
Bakara Sûresi (196) Haccı da, umreyi de Allah için tamamlayın. Eğer (düşman, hastalık ve benzer sebeplerle) engellenmiş olursanız artık size kolay gelen kurbanı gönderin. Bu kurban, yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden her kim hastalanır veya başından rahatsız olur (da tıraş olmak zorunda kalır)sa fidye olarak ya oruç tutması, ya sadaka vermesi, ya da kurban kesmesi gerekir. Güvende olduğunuz zaman hacca kadar umreyle faydalanmak isteyen kimse, kolayına gelen kurbanı keser. kurban bulamayan kimse üçü hacda, yedisi de döndüğünüz zaman (olmak üzere) tam on gün oruç tutar. Bu (durum), ailesi Mescid-i Haram civarında olmayanlar içindir. Allah'a karşı gelmekten sakının ve Allah'ın cezasının çetin olduğunu bilin.
Âl-İ İmrân Sûresi (183) Onlar, "Allah bize, ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamamızı emretti" dediler. De ki: "Benden önce size nice peygamberler açık belgeleri ve sizin dediğiniz şeyi getirdi. Eğer doğru söyleyenler iseniz, niçin onları öldürdünüz?"
Mâide Sûresi (2) Ey iman edenler! Allah'ın (koyduğu din) nişanelerine, haram aya, hac kurbanına, (bu kurbanlıklara takılı) gerdanlıklara ve de Rab'lerinden bol nimet ve hoşnutluk isteyerek Kâ'be'ye gelenlere sakın saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktığınızda (isterseniz) avlanın. Sizi Mescid-i Haram'dan alıkoydular diye bir takımlarına beslediğiniz kin, sakın ha sizi, haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva (Allah'a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın. Allah'a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah'ın cezası çok şiddetlidir.
Mâide Sûresi (27) (Ey Muhammed!) Onlara, Adem'in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. kurbanı kabul edilmeyen, "Andolsun seni mutlaka öldüreceğim" demişti. Öteki, "Allah ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder" demişti.
Mâide Sûresi (95) Ey iman edenler! İhramlı iken (karada) av hayvanı öldürmeyin. Kim (ihramlı iken) onu kasten öldürürse (kendisine) bir ceza vardır. (Bu ceza), Kâ'be'ye hediye olarak varmak üzere, öldürdüğünün dengi olup, içinizden iki âdil kimsenin takdir edeceği bir kurbanlık hayvan; veya yoksulları yedirmek suretiyle keffaret; yahut onun dengi oruç tutmaktır. (Bu) yaptığı işin kötü sonucunu tatması içindir. Allah geçmiştekileri affetmiştir. Fakat kim bir daha böyle yaparsa, Allah ondan intikam alır. Allah mutlak güç sahibidir, intikam sahibidir..
Mâide Sûresi (97) Allah; Ka'be'yi, o saygıdeğer evi, haram ayı hac kurbanını ve (bu kurbanlara takılı) gerdanlıkları insanlar(ın din ve dünyaları) için ayakta kalma (ve canlanma) sebebi kıldı. Bunlar, göklerde ve yerde ne varsa hepsini Allah'ın bildiğini ve Allah'ın (zaten) her şeyi hakkıyla bilmekte olduğunu bilmeniz içindir.
Hac Sûresi (28) Gelsinler ki, kendilerine ait bir takım menfaatlere şahit olsunlar ve Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği (kurbanlık) hayvanlar üzerine belli günlerde5 (onları kurban ederken) Allah'ın adını ansınlar. Artık onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin.
Hac Sûresi (33) Sizin için onlarda belli bir zamana kadar bir takım yararlar vardır. Sonra da kurbanlık olarak varacakları yer Beyt-i Atik (Kâbe)'dir.
Hac Sûresi (34) Her ümmet için, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine ismini ansınlar diye kurban kesmeyi meşru kıldık. İşte sizin ilahınız bir tek ilahtır. Şu halde yalnız ona teslim olun. Alçak gönüllüleri müjdele!
Hac Sûresi (36) kurbanlık büyük baş hayvanları da sizin için Allah'ın dininin nişanelerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar saf saf sıralanmış dururken (kurban edeceğinizde) üzerlerine Allah'ın adını anın. Yanları üzerlerine düşüp canları çıkınca onlardan siz de yiyin, istemeyen fakire de istemek zorunda kalan fakire de yedirin. Şükredesiniz diye onları böylece sizin hizmetinize verdik.
Sâffât Sûresi (107) Biz, (İbrahim'e) büyük bir kurbanlık vererek onu (İsmail'i) kurtardık.
Fetih Sûresi (25) Onlar, inkar edenler ve sizi Mescid-i Haram'ı ziyaretten ve (ibadet amacıyla) bekletilen kurbanlıkları yerlerine ulaşmaktan alıkoyanlardır. Eğer, oradaki henüz tanımadığınız inanmış erkeklerle, inanmış kadınları bilmeyerek ezmeniz ve böylece size bir eziyet gelecek olmasaydı, (Allah Mekke'ye girmenize izin verirdi). Allah, dilediğini rahmetine koymak için böyle yapmıştır. Eğer, inananlarla inkarcılar birbirinden ayrılmış olsalardı, onlardan inkar edenleri elem dolu bir azaba uğratırdık.
Kevser Sûresi (2) O Halde, Rabbin için namaz kıl, kurban kes.
***
Ek: 2) KURBAN’A DAİR HADİS’İ ŞERİFLER:
Hz. Aişe (ra) anlatıyor: “Resûlullah (sav) buyurdular ki: “Hiç bir kul, kurban günü, Allah indinde kan akıtmaktan daha sevimli bir iş yapamaz Zîra, kesilen hayvan, kıyamet günü boynuzlarıyla, kıl1arıyla, tırnaklarıyla gelecektir Hayvanın kanı yere düşmezden önce Allah (CC) indinde yüce bir mevkiye ulaşır Öyle ise, onu gönül hoşluğu ile ifâ edin”
Ebu Hureyre (ra) anlatıyor: “Resülullah (sav) kurban kesmek istediği zaman iki tane büyük şişman çift boynuzlu alaca, hadımlaştırılmış koç alırdı Bunlardan birisini Allah (CC)’ın birliğine ve kendisinin peygamberliğine şehadet eden ümmeti adına keser, diğerini de Muhammed ve ÂI-i Muhammed aleyhissalâtu vesselam adına keserdi.
Hz. Ebu Hureyre (ra) anlatıyor: Resülullah (sav) buyurdular ki: “Maddi imkânı olup da kurban kesmeyen namazgâhımıza (Harem-i Şerif) sakın yaklaşmasın”
Zeyd İbnu Erkam (ra) anlatıyor: Resulullah (sav)’ın ashabı: Ey Allah’ın Resulü dediler, (Kâbe’de) bayram günü kesilen şu kurban nedir?. Bu, babanız Hazreti İbrahim aleyhisselâm’ın sünnetidir” buyurdular Ashab: Pekiyi, kurban kesmede bize ne gibi sevap var ey Allah’ın Resûlü!, dediler “Kurbanın her bir kılı için bir sevap” buyurdular Ashab tekrar: “(Kesilen kurban, koyun kuzu gibi) yünlü ise ey Allah’ın Resûlü (sevap nasıl olacak)?” diye sordular. Aleyhissalâtu vesselam: “Yünün her bir kılı için de bir sevap var!” buyurdular.
İbnu Abbâs (ra) anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselam’a bir adam geldi ve: “Üzerimde bir deve (kurbanı) borcu var Ben onu satın alacak güçteyim Ama deve bulamıyorum ki satın alayım” dedi Bunun üzerine Resülullah aleyhissalâtu vesselâm ona yedi davar satın alıp kesmesini emretti.
Ümmü Bilâl Binti Hilâl, babasından naklediyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Koyun nev’inden ceza’ (yani altı ayını doldurmuş ve bir yılını doldurandan geri kalmayan dolgun kuzu)nun bayram kurbanı olması câizdir.
Uveymir İbnu Eşkar (ra)’ın anlattığına göre, “Kurbanını bayram namazından önce kesmiş, sonra da durumu Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’a açmıştır Aleyhissalâtu vesselâm da kendisine: “Kurbanını iade et (yeniden kes, o kurban yerine geçmez)” cevabını vermiştir.
Hz Câbir (ra) anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm kurban ettiği her deveden birparça etin alınmasını emretti (Toplanan) etler bir çömleğe konulup pişirildi Sonra Resül-i Ekrem aleyhissalâtu vesselâm ve beraberindekiler etten yediler ve et suyundan içtiler.
***
DİKKAT!.. İletişim için :: e.POSTA :: gercek.demokrat@hotmail.com,
______________________________________________
e.POSTA : gercek.demokrat@hotmail.com
WEB : http://mustafanevruzsinaci.blogspot.com,
POSTA : PK, 118 [ 06 442 ] Yenişehir/ANKARA
LÜTFEN DİKKAT: Kaynak göstermek şartıyla yazılar yayına izinlidir.
***Makalelerin Tamamı İçin Bak: http://www.evrenselbilinc.blogspot.com/,