26 Eylül 2012 Çarşamba

"Aldatan Put" CHP !....

ALDATAN PUT CHP
Mustafa Nevruz SINACI
11 Kasım 1938 Atatürk’e “karşı devrim” adlı darbenin muhibbi ve mimarı CHP, 70 yıl süreyle halkı aldatmış; Sözde kadim ve klasik statüko, Kemal Kılıçtaroğlu ile ‘Yeni’ olduktan sonra bu defa, “kendi kendisini aldatmaya” başlamıştır. 
Kadim Halk Partisi (CHF) ne idi?
İşte tarihi, özgün ve güncel bir örnek:
"Osmanlı İmparatorluğu yıkıldığı sırada, bir yanda gizli cemiyetler kurup tedariklerde bulunanlar kitlesi; Öte yanda bunlardan (olanlardan) habersiz kalmaya ve hainlerin yolunda ölmeye mecbur kalan Türkler vardır. Bir yanda imparatorluğu arkadan vuran kitleler, beride gerçekleri görmesi, anlaması, bunlara karşı şuurunun gerektirdiği tedbirleri alması suç, nifak sayılan Türk unsuru görülmekte. Bir yanda, İmparatorluğun çoğaltıp geliştirdiği kitlelerin kurduğu gizli-açık, ayırıcı, ırkçı cemiyetler çalışırken, öte yanda Türk Ocağı adıyla milli bir kulüp açmalarını devlete karşı hıyanet sayan garip bir zihniyet şiddetle hüküm sürmektedir. O derecede ki, Birinci Cihan Harbinin sonunda Osmanlı yıkılırken, devleti ele geçiren Türk ve Müslüman bile, Türklük şuurunu açığa vuran kardeşleri Türk milliyetçilerini kovuşturmuş, hatta ipe çekmekten bile çekinmemişlerdir. Aynı zamanda, mütareke devri diye Türk tarihi ve edebiyatında, unutulmaz bir cehennem olan bir devri, vatanı yıkan, vatanı işgal edenlerle birlikte yaratan işte bu cellâtlardı. " (Remzi O.Arık 28.4.1951, Türk İnkılâbı ve Milliyetçiliğimiz 1958)
Burada, çok berrak bir biçimde örneklenen zihniyet, Atatürk sinsice öldürülünceye kadar (kendi deyimleriyle) uykuda, tuzak ve pusuda beklemiş; Kökü dışarıda ve ipin ucu Siyonist Yahudilerin elinde olan Mason biraderler ile 11 Kasım 1938’de çok şiddetli ve bir o kadar da hiddetli bir “uyanış” devrimi gerçekleştirmişlerdir.   
Mezkür zihniyetin karakteristik huy, müzmin alışkanlıklar, mutat etki-tepki ve genel davranış biçimlerini iyi anlamak için aşağıdaki örneği de incelemekte ve mütalâada yarar var. Şöyle ki: “Anayasa Mahkemesi, CHP'nin 2008 ve 2009 yıllarındaki hesapları üzerinde yaptığı incelemede, toplam 2 milyon 691 bin tl'lik usulsüz harcama belirledi. Bu para, CHP'ye 2013' te yapılacak devlet yardımından (!) kesilecek. Mahkeme'nin yaptığı inceleme sonucu ortaya çıkan tabloda, yakın siyasi geçmişin en sert tartışmaları ve renkli siyasi magazin unsurlarının izlerine rastlandı. Dönemin Genel Başkanı Deniz Baykal ve Meclis Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu'nun “Deniz Feneri yolsuzluğu” ile ilgili açıklamalarından sonra açılan tazminat davalarındaki harcamaları usulsüz bulundu. Genel Merkezde kaim ve adını karikatür tiplemesi "Kötü Kedi Şerafettin"den alan ve "Baykal'ın kedisi" olarak da ün yapan “Şero” isimli kediye alınan kum ve süt usulsüz harcama olarak tespit edildi. İncelenen kalemler arasında; Özel kedi kumu ve şişe süt de yer aldı.” Şero” ya alınan süt ve kum bedeli 15 tl 44 kuruş hazine'ye irat kaydedilecek. Bir dönemin siyasi tartışmalarından olan Halk TV'ye usulsüz para aktarımı da Anayasa Mahkemesi'nin kararına yansıdı.”
Yıllar boyu marjinal bir topluluk ve mutlu azınlığa bilinçle hizmet eden zihniyet:
RTE’nin defalarca açıkladığı üzere CHP, terör örgütü ile de yakın ilişki içindedir.
Nitekim bahusus eşkıyanın, bu zihniyetin iktidarında, yani 1974, CHP - MSP, Ecevit - Erbakan koalisyonunda MİT eliyle nifak tohumları ekildi; 27 Kasım 1978’de de Diyarbakır’ın Lice ilçesi, Fis ya da Ziyaret köyünde ve yine MİT marifetiyle bazı Ermeni asıllı vatandaşlara kurduruldu. Bu acı gerçeği KSP sahibi Kemal Burkay, 30 yıldır yaşadığı İsveç’te, “PKK’yı MİT ve ABD kurdu” biçiminde açıkladı. Dahası, bu günkü BDP’nin başlangıcını teşkil eden ilk terör örgütü uzantıları; Milli Görüş sahibi Necmettin Erbakan’ın, bütün heves, ısrar ve ihtirasına rağmen CHP tarafından meclise taşındı!.. 
Eşkıya başlarından Karayılan; 11 Mayıs 2011 tarihinde: 'Bizi Meclise CHP Soktu' demiştir. (haber365/Behiç Kılıç) Bu bağlamda; Şu sıralar olduğu gibi, ekseri Kürt raporlarının CHP tarafından hazırlandığına bakılırsa;
AKP ile CHP’nin, aynı süreç, kök ve zihniyet eseri, uzantı ve ürünü oldukları pek alâ söylenebilir.
Sonuçta: 
Menfur OSLO sürecine CHP’nin onay vermesi hiç de sürpriz değildir!.... 

15 Eylül 2012 Cumartesi

51. Sene-i devriyesinde: 16 - 17 Eylül!...,

EN KARA GÜN!..
DEMOKRASİ, ATA-TÜRK, ADALET VE HUKUK, ASILARAK İDAM EDİLDİ...
Mustafa Nevruz SINACI
“Şehid Başvekil Merhum Adnan Menderes; Polatkan ve Zorlu anısına”
Adnan Menderes 1899’da Aydın’da doğdu. Anne ve babasını küçük yaşta kaybetti. O'nu Anneannesi büyüttü. Tahsiline İzmir İttihat ve Terakki Mektebi’nde başladı; Kızılçulu Amerikan Koleji’nde okurken misyonerlerle başı derde girdiği için, devlete müracaat ederek, Misyonerler hakkında şikâyetlerde bulundu. Makamlardan birinin başında Celal Bayar vardı. Bu vesileyle Celâl Bayar’la tanışmış oldu.
Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Birinci Dünya Savaşı sırasında yedek subay olarak askerliğini yaptı. Aydın’da Kuvva-i Milliye bağlamında Ayyıldız Çetesi’ni kurdu. Daha sonra Söke’de Piyade Alay Yaveri olarak savaşa katıldı. İstiklal Madalyası aldı. Ali Fethi Okyar’ın 1930’da kurduğu, ancak kısa sürede kapatılan Serbest Fırka’nın Aydın Teşkilatı'nı teşkille İl Başkanı oldu. İl Başkanı iken Mustafa Kemal Atatürk tarafından hususi olarak ziyaret edildi. Nezaketen ve çok kısa süreli olarak plânlanan ziyaret saatlerce sürdü. Parti kapatılınca HP’ye girdi. Mustafa Kemâl Atatürk’ün emir ve isteği ile 1931’de Aydın Milletvekili seçildi.
1945’e kadar TBMM’de komisyon raportörlüğü yaptı. Saracoğlu Hükümeti’nin getirdiği Toprak Kanunu Tasarısı'nı şiddetle reddederek, komisyondan istifa etti. Partide yaptıkları muhalefetten dolayı, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü ile birlikte CHP Disiplin kurulunca 12 Haziran 1945’te ihraç edildi. Celal Bayar da hem partiden hem de Mebusluktan istifa etti. Bu hareketler Demokrat Parti’nin 7 Ocak 1946’da kurulmasına sebep oldu. 1946 seçimlerinde Kütahya Mebusu olarak meclise girdi. Celâl Bayar’dan sonra Demokrat Parti içindeki ikinci adam durumu ve konumuna geldi.
            14 Mayıs 1950 seçimlerinde DP oyların 53,5’ini alarak iktidara geldi.
10 senelik iktidarın tek başbakanı olarak döneme damgasını vurdu. İktidarı zamanında 5 hükümet kurdu. Bu zaman içinde Türkiye’nin iç ve dış siyasetinde büyük gelişmeler oldu. Sanayileşme ve şehirleşme hamlesi başladı, köye makine girdi, ulaşım, enerji, eğitim, sağlık, sigorta ve bankacılık yeniden başladı. Türkiye adalet, hukuk ve kalkınma kavramıyla tanıştı.
            27 Mayıs 1960 tarihinde yapılan darbeyle iktidardan indirildi. Yassıada’ya hapsedildi. Milli Birlik Komitesi tarafından kurulan Yüksek Adalet Divanı’nca (!) idama  mahkûm edildi. Yassıada'da tutuklu bulunduğu sırada çok zalimce ve insanlık dışı işkencelere maruz kaldı. Duruşmalarda İzzet-i nefsi ile oynandı. Hapishanede sürekli rencide edildi. 
          ATATÜRK'ÜN SÖZÜ VE CHP MACERASI
          Türk demokrasi tarihinin en önemli şahsiyetlerinden olan Adnan Menderes 1930’da katıldığı Serbest Cumhuriyet Fıkrası feshedilince, Celal Bayar'la görüşerek, Cumhuriyet Halk Fırkasına girdi, en sonunda da Mustafa Kemal'in "Bugün konuştuğum genç, elbette burada bizim parti mutemetleri ile çalışamaz. Şayan-ı dikkat bir gençtir. Gün gelecek bu ülkede Demokrtasi’yi kurmak şerefi ona nail ve nasip olacaktır" cümlesi ile takdir ve beğenisini kazanmıştı. 1931 yılında Atatürk’ün emir ve direktifi ile CHF Aydın Milletvekili seçildi, 1945 yılına kadar CHF Milletvekilliğini sürdürdü.
            Adnan Menderes o dönemi şöyle anlatır: 
"Atatürk zamanında ben, Aydın'da Serbest Fırka'nın reisiydim. Fethi Bey bizzat Aydın'a gelerek, Serbest Fırka ile meşgul oldu. Aydın belediye seçimlerini kazandım. Gayet dürüst bir mücadeleye giriştim. Halk Fırkası’nın lider ve ileri gelenleri ile tanışıyordum. Ama CHF'na, onların rica ve ısrarına rağmen girmedim... Fethi Bey'in partisi, malum şartlar altında feshedildi. Memlekete derin bir teessür hâkim oldu. Halk Partisi kendini toparlamak istedi. Vilayetlere heyetler gönderildi. Bu arada İzmir ve Aydın'a da, Celal Bayar riyasetinde bir heyet geldi... Ben bu heyetle bir hafta temas etmedim. Nihayet, Celal Bayar tanıdığım ve hürmet ettiğim bir zattı. Vasıf Çınar İttihat ve Terakki’den hocamdı... Ve temas nihayet temin edildi. Bu muhterem zatların ibram ve ısrarı üzerine, Halk Partisine girerek, fikirlerimizi parti içinde müdafaa etmek muvafık olacaktı. O zamana kadar CHF’na karşı çekingen davranan ve mütereddit tanınan arkadaşlarla, bu partiye girdik.
        27 MAYIS DARBESİ
        Sabah saat 04: 36'da Ankara Radyosu'ndan yapılan bir anons, nefesini tutan insanları bir anda heyecanlandırdı. Tek haberleşme aracı olan devlet radyosundan evlere ulaşan menfur bir yalandan ibaret anonsta, ''Bugün, demokrasimizin içine düştüğü buhran ve en son müessif hadiseler dolayısıyla, kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla; TSK, memleketin idaresini eline almıştır'' deniliyordu.. Böylece Türk halkı darbe ilk defa tanışmış oldu. Reis-i Cumhur Celal Bayar Çankaya Köşkü'nde; Başbakan Adnan Menderes Kütahya'da tevkifle gözetim altına alındı. Bakanlar Kurulu ve Tahkikat Komisyonu üyeleriyle DP milletvekilleri de bulundukları mekânlardan toplanarak Harp Okuluna götürüldüler. Demokrat Parti iktidarı ile iyi ilişkiler içinde bulunan dönemin Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun başta olmak üzere; Üst rütbeli binlerce asker ve bürokrat derhal cezaevlerine konuldu. Ülkede ilan edilen sıkıyönetim sonucu tüm Demokrat Partili milletvekilleri, üst derecedeki bürokratlar ve polis şefleri tek tek evlerinden alındı. Demokrat Parti’li siyasiler yargılanmak üzere Yassıada'ya gönderildiler. Darbecilerin emir ve kademe zinciri dâhilinde hareket eden sözde mahkeme haklarında idam hükmü verdi ve 16 Eylül 1961 günü Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve 17 Eylül 1961 günü Adnan Menderes alçakça asılarak idam edildiler.
           Rûhları şâd olsun.
         MENDERES'İN SON DAKİKALARI
          İmralı'ya gelindiğinde, memleket içinde ve dış basında sıhhi durumu hakkında türlü spekülâsyonlara yol açan Menderes, iskeleden konulduğu misafir salonuna kadar çiçek tarhları arasındaki 100 metrelik yolu hiç kimsenin yardımı olmadan rahatça yürüdü. Ayrıca misafir salonu ile darağacı arasındaki 80 metrelik yolu da, gene aynı rahatlıkla katetti. İmralı Adasının etrafında ve içinde Örfi İdare Kumandanlığınca sıkı emniyet tedbirleri alınmıştı. İmralı Adası etrafında donanmamıza mensup tekneler, içinde de deniz, kara ve hava askerleri görülmekteydi. Menderes'e MBK.'nin tasdik kararı, kendisine tahsis olunan misafir salonunda tefhim edildi. Cumartesiyi Pazar’a bağlıyan gece saat 01.30'da Zorlu ve Polatkan için yapılan formaliteler, Menderes için tekrarlandı. Menderes Egesel'i dinlerken korku ile sarsıldı. Fakat zamanla kendisini toparladı. Oturduğu yerde kamburunu çıkararak daha da küçülmüş ve son arzusu sorulduğu zaman bir sigara istedi. Verilen Yenice sigarasını içerken şunları söyledi:
- Dünyadan ayrıldığım şu anda, ailemi ve çocuklarımı şefkatle andığımı kendilerine bildirin. Vatanı ve milleti Allah refah içinde bıraksın.” Menderes, sabaha karşı saat 02.31'de Zorlu'nun ipe çekildiği darağacında asılarak idam edildi. Aynen Zorlu ve Polatkan gibi, idam ve infaz edilmek için darağacına götürülürken, bilekleri arkasına bağlanmıştı.
             61 NOL'U TEBLİĞ
            Milli Birlik (?) Komitesi İrtibat Bürosunun 17 Eylül 1961 Tarih ve 61 numaralı tebliğidir:
            1- Ord. Prof. Dr. Sedat Tavat, Amiral Bristol Hastahanesi Dahiliye Servisi Şefi Dr. Nevzat Yeginsu ve Yassıada Garnizon Hastahanesi tabiplerinden Dr. Galip Bozalioğlu, Dr. Ahmet Karahaliloğlu, Dr. Zeki Kebapçıoğlu ve Dr. Sedat Yürütgen'den müteşekkil heyet tarafından düşük Başvekil Adnan Menderes'in sıhhi muayenesi yapılmış sıhhi durumunun tamamen normale döndüğü raporla tesbit edilmiştir.
            2- Yüksek Adalet Divanınca verilen ve Milli Birlik Komitesi’ nce tasdik edilen idam cezası hükmü infaz edilmiştir. Tebliğ olunur.
                1. YORUM VE KATKI:  (mahfuz)
         “27 Mayıstan bir gün sonra 28 Mayıs günü, ABD Ankara Büyükelçisi Warren, darbe lideri Cemal Gürsel’in yanına Selim Sarper ile aynı arabada gidiyordu. Sarper, C. Gürsel’in yanına ABD Büyükelçisi ile girdi. Bu görüşme meyvesini çabuk verdi. Cunta kölesi kurucu meclis’te hükümetin Dışişleri Bakanı Fahri Korutürk altı saat sonra görevden alındı ve yerine Selim Sarper getirildi. 1961’de CHP’den milletvekili atanan Sarper, İnönü hükümetlerinde de Dışişleri Bakanlığı görevini yürüttü. Yıllar sonra gizliliği kalkan ABD Diplomatik Belgeleri, Sarper’in Dışişleri Bakanlığı döneminde ABD lehine casusluk yaptığını ve Devlet Başkanı Cemal Gürsel hakkında ağır ifadeler kullandığını gösteriyordu. Dışişleri Bakanı Sarper, kendi Devlet Başkanı için ABD’ye “That Gursel was not a great brain” yazıyordu. İsmet İnönü’nün hep yumuşak elini sırtında hissettiği Sarper, TC’nin Dışişleri Bakanı mıydı?, yoksa ABD’nin Türkiye temsilcisi mi çok tartışılır. Ancak Sarper Dışişleri Bakanlığı döneminde SSCB’nden gelen her türlü normalleşme talebini hem ABD’ye bildiriyor hem de etkisiz kılıyordu. Sarper en son 1965 ‘de CHP milletvekili seçildi. 1968 yılının Ekim ayında öldü.” (….)
                 2. YORUM VE KATKI: (mahfuz)
            “Her türlü gayri-ciddilik, ayırımcılık, kayırımcılık, cehalete pabuç bırakma, yalakalık ve toplumun tüm vidalarını gevşetme operasyonları Menderes döneminde ve iktidarda kalma hırsının eseridir. Ama millet, İnönü ve şürekâsından -haklı olarak- o kadar nefret etmişti ki, “bir kurtarıcı misal” O’na sarıldı. ABD zaten ülkeye İnönü döneminde musallat olmuştu, 27 Mayıs Hükümetleri ile iyice tüm kılcal damarlara nüfuz etti ve bu ülkede, Atatürk ve İnönü döneminde görev alan Türk asıllılar "kasadan ve masadan" uzaklaştırılarak, tüm ülke dönme, devşirme, kripto kimlikli çift kişilikli "bin bir surat" etki ajanı karaktersiz cibilliyetsizlere terk ve teslim ederek;  toplumun tüm asgari müşterek ve ortak değerlerini yozlaştırma sürecini hızlandırdılar. Geçmiş geçmişte kaldı. Bu gün çok önemli… Yarın da belli değil.....” (…)
                3. YORUM VE KATKI: (mahfuz)
            “Evet, 27 Mayıs bir devrimdi ama yeniden bir devrim daha yapılabilir. Meydanı boş kaldı sananlar AKP’nin nasıl hesap vereceğini görmek isterler mi acaba?  27 Mayıs “darbe” değil devrimdi. Ama ne yazık ki, bir iki hafta içinde ABD'nin güdüm ve kontrolüne girdi. Eğer o zamanın silâhlı kuvvetleri NATO ordusu olmasaydı, şimdi Türkiye tam bağımsız, kendi uçağını, tankını kendi yapan sanayileşmiş ve gelişmiş ileri bir ülke olurdu. 27 Mayıs'ın tam ve gerçek bir devrim olabilmesi için., İlk önce NATO'dan çıkma kararı alınması gerekli ve zorunlu idi.  Ancak, Ordunun üst kademesi NATO emrindeki subaylarla dolu olduğundan, bu yapılamadı. Türkiye, bir ABD sömürgesi olarak bu günlere kadar geldi ve artık, yok olma tehlikesi potansiyel bir tehlike değil, fiilen gerçek oldu...” (…)
            ÖNEMLİ NOT:
Halihazır kurulu “Darbeleri Araştırma Komisyonu”, Meclis, 550 (sözde) parlamenter ve hükümete rağmen!.. Türkiye Cumhuriyetinin, özellikle ve bilhassa "son elli yılı" ile hesaplaşması, helâllaşma, yüzleşme ve ibrası; Bu menfur icra, şaibeli, acı ve muzlim karanlıkların aydınlatılması; Makûs talihin değiştirilmesi;. Darbeci, cuntacı ve sultacılar tarafından alçakça, kalleşçe ifa olunan bütün soygun, yalan-talan ve vurgunların ortaya çıkartılarak, Bedelinin usul ve füruğ dâhil tahsil edilip, devletin namusunun kurtarılması; Tüyü bitmemiş yetimin hakkının tahsili ile 27 Mayıstan günümüze bütün suçlular cezalandırılarak; Kamu Vicdanı’nın rahatlatılması…
            Ne zaman mümkün olacak?... Acaba!...
        ****
         YENİ YORUM, ÖNERİ, TENKİT VE KATKILAR
*** Sayın İkiz; Maalesef Sayın SINACI'nın sözleri yerden göğe haklıdır.
Eğer sizin dediğiniz gibi olsa askerin ayak takımından bir kısım çapulcular tarafından ihtilal yapılıp asılmaz ve ABD nin keyfine göre kripto ağırlıklı ordu kurulması için ordu da ki subay kadrolarının üçte ikisine yakını tasfiye edilmezdi. Menderes sonrası Türkiye tamamen ABD’nin kontrolüne geçti. Menderes de, ABD ye karşı denge kurmak için el altından Ruslarla görüşmek istediği için; Ordunun üçte ikisi ile birlikte tasfiye edildi. O gün bu gün Türkiye de ABD hâkimdir. Bu hâkimiyet son yıllarda dünya konjonktürel dengelerinin değişmesi ile azalmaya başlamıştır. 
Menderesin Amerikancı olduğu tamamen yalandır. Ancak İngiliz gizli sömürgesi olan ülkemizin hisse senetleri büyük oranda 1960 ihtilali ile İngilizlerden alınıp ABD’nin zimmetine geçirilmiştir. 1960 da Bir Albay Menderes’in Başbakanlıktaki kasasını açtığı ve Türkiye ile İngiltere arasındaki gizli anlaşmayı GKB’lığında Amerikalılara teslim ettiklerine dair çok kuvvetli duyumlarım var. Bu konulara, bir yana taraf olmadan bakmak ve tarih diye anlatılan masallardan ayrı mütalaa etmek lazımdır. 
Ahmet Doğan Şimşek
***
Sayın İlkiz; Bana gelen ve gruplarda yayınlanan ilk "cevabi" mailiniz; belden aşağısını konu almakla, gerçekten sizden hiç beklenmeyecek derecede "hayali sükut ve hüsrana medar" çok üzücü ve (hayalimizde kurduğumuz karizmanıza nazaran) düşündürücü idi. Oysa hitap ettiğiniz kişi, bir zamanlar ithamınıza muhatap olan merhumun makamına vekâlet etmekle maruftur. Bunu bilmeniz ve öğrenmeniz zor değildi!... Sonuçta mesele DEHA veya BİLGİ değil. Biz sizin bildiklerinizin çoğunun aslını ve bizzat gerçeğini yaşamış kimseleriz. Dolayısıyla "münakaşa / müşavere veya müzakere" edeceğimiz kimselerde nezaket, saygı ve seviye aramak hakkımızdır. Bizim sözümüz "bu cihetle" buraya kadar olup; Gayrisi sürece göre şekillenecektir.....
Mustafa Nevruz SINACI
***
Subject: [UNITED-TURKS] Re: [Ozgur_Gundem] ADNAN MENDERESİ ABD ASTIRDI
Levent; Tam olarak ayni değil, görüntüye aldanma. Menderes buradaki bizi aptal zannedenlerin aksine sırtını Amerika'ya dayamıştı. Kapitalist dünyadan borç alıp enflasyonist kalkınma modeli ile Türkiye'ye yon ver vermeye çalışıyordu. Elimizdeki tek sanayi tarımdı, gerisini sen anla. Sanırım 55 den sonra kredilerin faizlerini bile ödeyemez hale geldik, bu günkü IMF'e denk bir uluslar arası konsorsiyum’un önünde resmen iflas ettik. 1958 Demokrasi kahramanı Menderes de gittikçe sertleşti 'vatan cephesi' saçmalıkları hep bu dönemin isleridir. 6-7 Eylül'de DP'nin marifetidir, Sayın SINACI istediği kadar suçu Ermeni ve Yunan istihbaratlarına yıkmaya çalışsın.
Bu gün AKP'de Kapitalist Batı'dan borç alıyor ama simdi borç veren o zaman olduğu gibi sadece Amerika değil Küresel Kapitalizm gereği borç verende de, oran ve şartlarda da çeşitlilik söz konusu. Ayrıca, bu günün Türkiye'sinde, alınan borcun kârlı bir şekilde değerlendirilebileceği çok çeşitli sanayi kolları mevcut, o günün dünyasında var olan sadece tarımdı. Üstelik alınan borç şartlı alındığı için de tarımdan başka sanayi kollarına aktaramamışlardı. Tüm bunların suçu İnönü'ye mi ait? Menderes en basta yapması gereken işi en sonda yapınca, yani Amerika'dan beklediği borç parayı alamayınca; “Petrol Ofisi ve İş Bankası'nı satmak üzere Sovyetler'e gideceğim” diye tutturunca alaşağı edildi. Aklini kullanıp, görevi Cumhur Başkanı'na iade edip erken seçime gitseydi… Aradan yıllar geçmiş, ortada ne Menderes ne İnönü kalmış ama Demokrat Parti sevdalıları İnönü'yü albay diyerek sözüm ona itibarsızlaştırarak, tarihi eğip bükerek, Menderes'in ve diğerlerinin haksiz idamını DP iktidarına özür olarak kullanıp tek bir adamın üstüne, İnönü'ye yıkmaktalar. Bu siyasi bir tercih değil, siyasi bir ahlaksızlıktır. Saygılarımla,
Can İkiz
***
On Sun, Sep 16, 2012 3:57 AM EDT Pam wrote:
Menteş dost; İkimiz birbirimize ne kadar benziyoruz. Ayni yerlerde doğup yasamışız, hemen hemen benzer kaderlerimiz olmuş. Benim babam da Menderes hayranı ve eski bir DP parti üyesiydi. Ne zaman 27 Mayıs konusu açılsa onun duygulandığını hatırlarım. İnönü'yü hiç sevmez ve "sağır pzv ..." diye söz ederdi. Yıllarca bana CHP'nin ne ceberrut, halk düşmanı bir parti olduğunu anlattı durdu. Aynen senin gibi ben de cevap veremezdim.
Bir Başbakanın asılması hoş olmadı. Bunu kabul ediyorum. Ama Menderes'in de bazı uygulamaları, sırf seçimle geldi diye her istediğini yapabileceğini zannetmesi doğru değildi. Zaten bu bizim en büyük zaafımız. Demokratik hakları tüm hukuku çiğnemek, salt kendi istediklerimizi yapmak olarak algılıyoruz. Kabaca, benzer bir süreç bugün de
yaşanıyor. Çok merak ediyorum, bir gün bu AKP'nin başkanı ve kurmayları da suçlu duruma düşerse, acaba onları yargılamak için kaç kişi sıraya girecek?
Bugün dillerinden şapır şapır yağ damlayanlar acaba yarin ne yazacaklar?
Kim kazanır bilemem, ama tek bir şeyi kesin olarak biliyorum.
Kaybeden = hukuk ve adalet….
Levent
***
From: Mentes Azuz <mentesoz@gmail.com> To: Ozgur_Gundem@yahoogroups.com
Sent: September 15, 2012 [Ozgur_Gundem] ADNAN MENDERESİ ABD ASTIRDI
Siyasi ırkçılık bitti, sıra tarihi çarpıtmaya mı geldi? Sen daha doğmamıştın, ama ben 9 – 10 yaşlarındayken; Menderes hayranı babamın üzüntü nedenini anlamak için dişlerimi kırarak her gün Hürriyet ve Milliyet’i (babamı anlamak için) 2-3 kez okurdum.   
Babama, Menderes'in Türkiye'ye yararından çok zararı olduğunu anlatamadım.
Menderes'in özel hayati beni ilgilendirmez. Ancak Türkiye'yi ABD eksenine sokan Menderes'tir. Nitekim TBMM kararı olmadan askerlerimizi Kore'ye yollayan ve 721 şehit vermemize neden olan da Menderes idi.
Ülkeyi 'Erdoğan benzeri' nasıl  bir diktayla yönettiğini isteyen Google'dan okuyabilir.
Peki, asılmayı hak etmiş miydi? Hayır. Cezalandırılmayı Evet. Maalesef İnönü'nün, 'Menderes'i kurtarmak için' son hamlesi de ise yaramamıştı…
Ayrıca ABD ve İngiltere, o yıllarda Türkiye'ye 'Menderes'i asmamaları, kendilerine teslim etmeleri için' adeta yalvarmıştı. Hatta birçok avantajlar (rüşvet) önerdikleri de yazılır. Bu, ABD mi Menderes'i astırmış? Hadi oradan...  
Menteş Azuz
***
15 Eylül 2012 tarihinde osman akgun <ossmanakkgun@gmail.com> yazdı:
Adnan Menderesi 27 Mayısçılar değil ABD astırdı.
27 Mayıs bir iki hafta içinde ABD'nin kontrolü altına girdi.
Osman AKGÜN

11 Eylül 2012 Salı

devlet otoritesi ve ötesi!....

OTORİTE BOŞLUĞU;
ADALET VE HUKUK YOKLUĞU
Mustafa Nevruz SINACI
            Bir de şöyle düşünün: “Hiçbir cihat gerekçesi olmaksızın yasa, hukuk, din ve ahlâk dışı sürdürülen Suriye macerası “sömürgeci BOB çeteleri” için mühimmat lâzım. Fakat bunu meşru ve resmi yollardan sağlayıp göndermek imkânsız, Meclisten alınmış bir teskere yok. NATO veya BM kararlarına müstenit herhangi bir meşruiyet kararı da söz konusu değil!..”
            Şu halde nasıl? “hakkaniyet-adalet ve hukuk dışı” fitne-fesat, tefrika ve gaflet sonucu sürüklendiğiniz karanlık operasyona lojistik destek sağlarsınız? Ordunuz var, izniniz, yetkiniz ve hakkınız yok. Muhalefet denen melânetler üç maymunları oynuyor. Ama millet uyanık, her daim şehit edilen evlâtlarının gerçekte alçakça-kalleşçe bir tertibe kurban gittiği, taammüden katledildiği kanaati vicdanlarda yayılıyor. Diğer taraftan Mehmetçiğin gözü kara, gönlü gani, öyle şerefli ve soylu ki; Peygamber Ocağı’ndan bir zerre emvalin zayiine imanı razı değil. 
Bu şartlar altında, ihanet şebekeleri ile gizli iş tutan hain ne yaptırtmak ister?..
Muhtemelen şöyle yaptırılır: “Dikkat çekmesin diye mesai bitiminde, çok önce özenle seçilen 25 kınalı kuzu mühimmat deposuna sokulup, nakliye araçları kapıya dayanır ve dolum başlar. Yükleme tamamlanıp araçlar selâmetle yola çıkarıldıktan sonra; Özellikle “hukuk dışı sevkiyat deşifre olmasın, ne kadar cephane alındığı bilinmesin” ve “geride şahit bırakılmasın” kaygısı ile ani ve çok ustaca bir sabotajla iş temize havale edilir!…”
Tabii bu bir kaygı, kuşku ve şüphedir. Şüphe şaibeyi muciptir. Olay, yukarıda ifade edildiği gibi gerçekleşmiş de olabilir; Vakıaya anarşi, terör-tedhiş, etki ajanı, provokatör ve casuslarda karışabilir. Şüphenin dayanağı: Mesai dışı gayri resmi faaliyet ve esasen imkânsız olduğu halde; Her nasılsa bir şekilde vuku bulan kaza ve muhtemel şahitlerin şehadetidir!..
Amonymous ART of Revolution
Şaibesi ise: Mezkür ‘patlatma’ olayı muhaberat, cıa ve mossad ajanlarının ülkemizin şah damarlarına kadar nüfuz etmiş olduğunun en net ifadesidir. Hani Beşşar Esad'ın babası Hafız Esad ile ‘eşkıya başı bebek katili’ yüzünden kapıştığımız günlerde de, Kırıkkale silah fabrikasını patlatmışlardı. Başka gizemli yüzlerce vukuat daha var. Irak, Yunanistan ve Suriye tarafından düşürülen uçaklar; Muavenat, Eşref Bitlis, ASELSAN Mühendisleri, BBP Başkanı Yazıcıoğlu ve Isparta da ‘bilim adamı dolu’ uçak avı. Bir türlü esrar perdesi aralanamayan ve aydınlatılamayan; Hükümetlere Rağmen” daha binlerce esrarengiz, şüpheli ve şaibeli olay!..
Bu nedenle: Bahse konu vaka mahallerinde görev yapan komutanlar, subaylar ile ast subaylar hakkında geriye dönük olarak; Soy-sop, secere-mezhep-dünya görüşü-cinsel tercih ve mason (lions-rotary) olup olmadıkları konularında derin araştırmaların yapılması şarttır.
Şu ana kadar yapılan resmi açıklamalar çok muğlâk; Maalesef güven telkin edici ve tatminkâr değil… Bunun asıl önemli nedeni de: Hâlâ sınırlara hâkim olunamaması, öncelikle Hatay, Suriye, Irak ve İran gümrük kapılarının; Otorite yokluğu, idare, adalet zaafı ve hukuki boşluklar yüzünden, devlet umuru ile bağdaşmaz bir keşmekeş içinde bulunmasıdır.
Kaldı ki, ülkede vaki bir hükümete rağmen; Mecliste hükmen yasak bir ırkçı, faşist ve terörist partinin barınabilmesi; Devlet içinde tonlarca patlayıcının dolaşımda olması; Her köşe bucakta bir azılı anarşist, terörist, cani ve potansiyel katilin kol gezmesi;. Hükümetin koruma, kontrol ve sorumluluk alanında yer alan dağlarda eşkıyanın yuvalanması;. Yol ve sokaklarda mütemmimleri ile kucaklaşması; Yol kesmesi, sözde kontrol yapması; Hükümetin gözünün içine baka baka uyuşturucu ticareti, kaçakçılık, insan ticareti yapabilmesi; AKP ve hükümet adına tam bir utanç, rezillik, otorite boşluğu, görev ihmali, suiistimal, kara-kirli bir zaaftır...        
Şunu mutlaka kabul etmek lâzımdır ki; Balık baştan kokar; Baş bozuk olursa ayaklar istikametten şaşar; Beden ve ruh sağlığı, önce baş sağlığı/sağlıklı baş ile kabildir. İşin mecazı böyle, pekalâ aslı nedir? Aslı şu: TC’nin en üst yetkili, görevli ve sorumlusu: anayasa, yasalar ve mevzuata göre Cumhurbaşkanıdır. Buna şüphe yok! Anayasa’nın 101–107. maddelerinde yer alan amir hükümlerine göre, bu makamla iştigal eden kişi devletin en yetkilisi olduğu gibi; Hüküm-hikmet gereği (Hz. Ömer gibi) en baş sorumlusu olup mutlaka görevini yapmalıdır.    
İKİYÜZLÜ MUHALEFET;
KALLEŞLİK VE KÜSTAHLIK
Mustafa Nevruz SINACI
02 Eylül 2012 Pazar günü Şırnak'ın Beytüşşebap ilçe merkezine yönelik terör saldırısı sonucu 10 asker şehit oldu, 11 asker, 3 polis yaralandı. İki gün sonra 5 Eylül 2012 Çarşamba günü saat: 21.15’de, Afyon Lojistik komutanlığına bağlı depo ve cephanelikte bilinmeyen bir nedenle vaki patlamada 25 asker şehit oldu, 4 asker hafif yaralandı (!).
Bunlar yeni vukuatlar, Ağustos ve evvelinde olanlar başka!.. 
Bu noktaya gelmeden önce: Irkçı partinin güdümlü Başkanı ‘Şemdinli-Çukurca arası 400 km2’lik alan örgüt denetiminde. Ordu ancak havadan destek veriyor. Artık ordu değil, örgüt operasyonlar yapıyor’ demişti. Bu aleni tahrik, meydan okuma, ihanet, anayasal suç, alçaklık ve küstahlığa rağmen hakkında halâ herhangi bir işlem yapılmaması garip!...
O ara başbakan; “O kadar büyük alanın 700 teröristle ele geçirilmesi mümkün değil” dedi. Buna rağmen terör örgütü karayollarında “denetim” yapmayı sürdürdü. Araçları sıraya sokup insanları kimlik kontrolünden geçirdi. Şantiye basıp yaktı, işçi kaçırdı. Elinde halâ bir kaymakam vekili, polisler, uzman çavuşlar ve astsubaylar var!.. Bir tabur 48 saat içinde 3 defa baskına uğradı ve ancak kendi yerleşim alanını korudur!.. Sadece kendi alanını koruyabilmek uğruna şehit verdi!.. Teröristler, ırkçı partinin küstah vekillerini devlet karayolunda karşılayıp sarmaş dolaş oldu. CHP’li vekil kaçırıldı. Araçlar çalındı. Aylarca memlekette tur atıldıktan sonra bir karakol önünde veya kalabalık bulvarlarda patlatıldı. Tam kadro hükümet seyirci!..
Baş yetkili ve esas sorumlu hiçbir şey olmamış gibi davranıyor. Recep, Türkiye’nin her m2’sine hakimiyetten söz ediyor!.. Hani hakimiyet hacmi kaç metrekare?.. Ülkenin her metrekaresinde anarşist, terörist, hırsız, yolsuz ve kanunsuz var?.. Eğer, hâkim ve hükümran bir hükümet varsa, terör karayolunda nasıl ‘denetim’ yapabilir? Orman yakar; devlet / kamu ihalelerine girer, yolsuzluk, hırsızlık ve kaçakçılık yapabilir?.. Yol tabelalarında Türkçe köy, kasaba adlarının iptal ve değişimini önlemekten aciz hükümet bakan’ları; Anarşiyi yüzlerce koruma ile çevrili tribünden seyrediyorlar. Vali ve kaymakamlar da tribünde oturuyor!.. Bir yandan bütün şiddetiyle devam eden terör, akıl almaz cinayetler; Sorumlu: Ülkeyi 10 yıldır yöneten AKP hükümeti ve kadroları. Neden medya GÜL’e “hükümetin noteri” diyor!..  
            Şehit cenazelerinde, bir yandan ‘Şehitler ölmez, vatan bölünmez, kahrolsun asala’ diye slogan atacak; Diğer yandan sigara, tütün, çay ve akaryakıt kaçakçılığına göz yumacaksın. Bu iş değil, böyle devlet, hükümet veya vatandaşlık olmaz… Zira kaçak çay, sigara ve akaryakıta ödenen paralar, şiddet olarak geri dönmekte. Terör bu parayla bomba yapıyor, mayın döşüyor, silah alıyor, güvenlik güçlerimizi şehit ediyor. Ayrıca, bir yandan yöneticilere kızarken, diğer yandan vatandaş olarak kendimizi de sorgulamalıyız…
            Niçin? Bop’çu, Ab-Abd’ci, menfurlara uşaklık ediliyor? Neden halkın vicdanı, irfanı ve basını hür değil? Niçin Hükümet öz eleştiri ve denetime kapalı, muhalefete tahammülsüz!.. Etki Ajanı, anarşi, terör ve tedhiş unsurları, üsler ve ikili oyun domuzlarının ülkemizde işi ne? Saydam ve dürüst olmamak niye?. Ve siz; Neden? “onurlu ve sorumlu yurttaş” değilsiniz?...
            Meşruiyet kisvesi altında devlet kurumu; Dâhili ve harici bedhahlar, dönme-devşirme, kripto, etki ajanı ve ihanet şebekelerinden müteşekkil rezil şahısların baskısına boyun eğer de, kanun yerine kifayetsiz muhterislerin kapris, tasallut ve tahakkümü kaim olursa; Türk milleti münferiden, milli medya, sivil toplum, adalet ve hukuk kurumları yoluyla yukarıda arz, ifade olunan ilke, devlet onuru, görev ve sorumluluk idraki ile hareket ederek “ne pahasına olursa olsun” yozlaşma, kirlenme ve başıbozukluğa mutlaka “DUR” demek zorundadır.
            Toplumsal beka / basiret, umur-u devlet, kemali ciddiyet, bilim, tarih ve hukuk şuuru ile bilhassa “sürdürülebilir objektif siyaset” ile mütekabiliyetten yoksun, olumsuz gidişat bu sorumlulukla durdurulabilir. Kifayetsiz muhterisler frenlenebilir. Devlet kapısını rant, imkân ve avantaj kapısı olarak gören; İcabında terör ve tedhişle birlikte hareket edebilen güruh, bu şekilde ayıklanıp temizlenebilir… Hem de; Hemen şimdi!.. Daha sonra değil!..

5 Eylül 2012 Çarşamba

esas suçlu kim?...

ESAS SUÇLU KİM?.. ACABA!..
Mustafa Nevruz SINACI
            Milli Devlet ağırlıklı; Öznesi insan, adalet ahlâkı, ulusal birlik ve evrensel hukuk olan; Fakat TC düşmanı ihanet şebekeleri tarafından ısrarla ilga ile acilen çöpe atılmak istenen meri 1982 Anayasasının Cumhurbaşkanlığı Kurumunu düzenleyen 101-107. maddelerinin:
              “1. Cumhurbaşkanı tarafsızdır. (I.A, Madde: 101) (TC, adalet ve hukuktan yanadır)
              2. YEMİN:  “C.başkanı sıfatıyla, Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma;, Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılâplarına ve lâik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma, milletin huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma, TC’nin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine and içerim.” (I.C, Madde: 103)
            3. Görev ve yetkileri: (I.D, Madde: 104)
Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla TC’ni ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.
Yapacağı görev ve kullanacağı yetkiler şunlardır:
Yasama ile ilgili: Gerekli gördüğü takdirde, TBMM’de açılış konuşmasını yapmak; TBMM’ni gerektiğinde toplantıya çağırmak; Kanunları yayımlamak veya tekrar görüşülmek üzere TBMM’ne geri göndermek;, Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunları icabında halk oyuna sunmak; Kanunlar ve KHK’in, TBMM İç Tüzüğünün, tümü veya belirli hükümlerinin Anayasaya şekil veya esas bakımından aykırı oldukları gerekçesi ile Anayasa Mahkemesinde iptal davası açmak; TBMM seçimlerinin yenilenmesine karar vermek…
Yürütme ile ilgili: Başbakanı atamak ve istifasını kabul etmek; Başbakanın teklifi üzerine bakanları atamak ve görevlerine son vermek; Gerekli gördüğü hallerde Bakanlar Kuruluna başkanlık etmek veya Bakanlar Kurulunu başkanlığı altında toplantıya çağırmak; Yabancı devletlere Türk Devletinin temsilcilerini göndermek, TC’ne gönderilecek yabancı devlet temsilcilerini kabul etmek;, Milletlerarası antlaşmaları onaylamak ve yayımlamak; TBMM adına TSK’nin Başkomutanlığını temsil etmek; TSK’nin kullanılmasına karar vermek; Genelkurmay Başkanını atamak; MGK’nu toplantıya çağırmak; MGK’na Başkanlık etmek; Başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu kararıyla sıkıyönetim veya olağanüstü hal ilân etmek ve kanun hükmünde kararname çıkarmak; Kararnameleri imzalamak; Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebi ile belirli kişilerin cezalarını hafifletmek veya kaldırmak; DDK’nun üyeleri ve Başkanını atamak; DDK’na inceleme, araştırma ve denetleme yaptırtmak; YÖK üyelerini seçmek; Üniversite rektörlerini seçmek…
Yargı ile ilgili: Anayasa Mahkemesi üyelerini; Danıştay üyelerinin dörtte birini; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcı vekilini; Askerî Yargıtay üyelerini; AYİM üyelerini; HSYK üyelerini seçmek. Ayrıca Anayasada ve kanunlarda verilen seçme ve atama görevleri ile diğer görevleri yerine getirir ve yetkileri kullanır.
Sorumluluk ve sorumsuzluk hali: (I.E, 105)
C.başkanının, anayasa ve diğer kanunlarda Başbakan ve ilgili bakan imzalarına gerek olmaksızın tek başına yapabileceği belirtilen işlemler dışındaki bütün kararları Başbakan ve ilgili bakanlarca imzalanır; Bu kararlardan Başbakan ve ilgili bakan sorumludur. C.başkanının resen imzaladığı kararlar ve emirler aleyhine Anayasa Mahkemesi dâhil, yargı mercilerine başvurulamaz. C.başkanı, vatana ihanetten dolayı, TBMM üye tamsayısının en az üçte birinin teklifi üzerine, üye tamsayısının en az ¾’ünün vereceği kararla suçlandırılır…”
Açık, net ve amir hükümlere göre Abdullah GÜL; En yetkili ve tek sorumludur. 
Hakkaniyet ilkeleri, adalet ahlâkı, hukuk karinesi ve “kamu vicdanı” adına;
Ya C.Başkanı bütün yetkilerini kullanmalı; Ya da TBMM gereğini yapmalıdır.. 
***
BİR YORUM, KONUYA KATKI VE AÇILIM...
Aferin sana Bay Abdullah Gül!..
Emin ÇÖLAŞAN 
SÖZCÜ 
Sevgili okuyucularım, Çankaya’da, Mustafa Kemal Atatürk’ün makamında oturmakta olan biri var.
Abdullah Gül., Ünvanı Cumhurbaşkanı!
Anayasa ve yasalar uyarınca en geniş yetkilerle donatılmış olan biri. Astığı astık, kestiği kestik. Şimdi açalım anayasayı, tanımına ve sonsuz yetkilerine özetle bakalım:
Madde 104: “Cumhurbaşkanı devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve devletin bütünlüğünü temsil eder.
Anayasanın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.
Yetkileri: TBMM’yi gerektiğinde toplantıya çağırmak. Kanunları yayınlamak. Kanunları tekrar görüşülmek üzere TBMM’ye geri göndermek. Kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesinde iptal davası açmak. Başbakanı atamak ve istifasını kabul etmek.
Milletlerarası anlaşmaları onaylamak ve yayınlamak.
TBMM adına Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Başkomutanlığını temsil etmek.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kullanılmasına karar vermek.
Genelkurmay Başkanını atamak.
Kararnameleri imzalamak.
Başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu kararıyla sıkıyönetim veya olağanüstü hal ilan etmek ve kanun hükmünde kararname çıkarmak…”
Gördüğünüz gibi, muhteşem yetkilerle donatılmış. Ama anayasa uyarınca sahip olduğu yetkiler bu kadarla da bitmiyor.
* * *
Şimdi ötekilere bakalım:
“Belli kişilerin cezalarını affetmek veya kaldırmak.
Devlet Denetleme Kurulu üye ve başkanını seçmek. Üniversite rektörlerini seçmek.”
Bir de yargıyla ilgili yetkileri var:
“Anayasa Mahkemesi üyelerini, Danıştay üyelerinin dörtte birini, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısını, HSYK üyelerini seçmek.”
Bu yetkilerin çoğu, Cumhurbaşkanına 12 Eylül darbesi sonrasında verilmişti. Yani Kenan Evren’e anayasa ile verilen yetkilerdi.
AKP topluma sürekli olarak “Demokratik anayasa, darbelerin izi silinmiş anayasa” masalları okuyor. Bu amaçla kaç kez anayasa değişikliği yaptılar.
Ancak bu yetkilerin hiçbirini kaldırmadılar, değiştirmediler… Çünkü bu maddeler iktidarın işine geliyor. Devleti bu yolla ele geçiriyorlar.
Özellikle üniversiteler ve yargı bu yolla ele geçirildi, AKP iktidarının emir ve hizmetine sokuldu.
Bu süreç Bay Abdullah Gül aracılığı ile Çankaya’dan büyük başarıyla (!) sürdürülüyor.
* * *
Ülkemizde kan gövdeyi götürüyor, ayrılıkçı terör almış başını gidiyor, her gün şehit
cenazeleri kaldırılıyor. Şimdi burada sormak gerekiyor:
Böylesine yetkilerle donatılmış olan Çankaya’daki şahıs, acaba bu konuda ne yapıyor?
Herhangi bir biçimde ağırlığını koyuyor mu?
Bir girişimde bulunuyor mu?
Bakanlar Kurulu’nu toplayıp hesap soruyor mu?
Kendisini oraya seçtiren partili arkadaşı Tayyip’i, ya da hükümeti uyarıyor mu?
Adı üstünde, kendisi Başkomutan! Şu olup bitenler nedeniyle Genelkurmay’la doğrudan veya dolaylı bir ilişkisi oluyor mu?
Bu sorulara verilecek yanıtların tümü, ne yazık ki olumsuzdur.
O, Çankaya’da, Mustafa Kemal Atatürk’ün makamında sadece oturuyor, o makamda olmanın mutluluğunu yaşıyor, particilik yapıyor, partisini koruyup kolluyor, üniversite rektörlerini kendi adamlarından seçiyor, siyasi yandaşlarını yüksek yargıya ve HSYK’ya dolduruyor. Bütün işi bu!
Yargı ve üniversite bu yolla, onun üstün çabalarıyla ele geçirildi!
* * *
O Çankaya’da, AKP iktidarının ve hükümetinin temsilcisi olarak görev yapıyor.
Bugüne kadar önüne gelen hiçbir kanunu, hiçbir kararnameyi geri çevirmedi.
Anayasa Mahkemesi’nde bir tek dava bile açmadı.
Terör konusunda bir kez olsun ağırlık koymadı, girişimde bulunmadı. Şimdi belki haklı olarak “Ağırlığını nasıl koyacak” diye sorarsınız. Onu ben bilmem! O makamda oturan ben değilim, kendisidir. Devlet onun elinde ve emrinde.
Beyefendiyi Çankaya’ya çıktığından bu yana yıllardır izliyoruz. Oradaki bütün fonksiyonu önüne gelen kanun ve kararnameleri hemen imzalamak, onaylamak.
Orada Tayyip’in otomatik onay makinesi olarak görev yapıyor.
Bazıları kendisine “Çankaya noteri” diyor! Bu benzetme yanlıştır.
Noter önüne her geleni imzalamaz. Ciddi bir araştırmadan geçirir, belgeleri
titizlikle inceler ve gerekirse geri çevirir.
Bay Abdullah Gül’ü noterlerle kıyaslamak, noterlik kurumuna yapılacak en büyük haksızlık ve saygısızlıktır.
Önüne geleni otomatik imzalayıp onay veren noterler değil, Bay Abdullah Gül’dür.
* * *
O makama seçilen kişi geçmişte partili olabilir. Ancak devletin başı olduğu andan itibaren, o makamda “Tarafsız” olmak zorundadır.
Seçildiği zaman Meclis kürsüsünde “Namusu” üzerine ettiği yeminde tarafsız kalacağı yazılıdır. Şimdi soruyorum:
Kendisinin tarafsız olduğuna, tarafsız kaldığına inanıyor musunuz?
Orada bir gün olsun tarafsızlık belirtisi gösterdi mi?
Üniversitelere rektör seçiyor. Bu seçimler tam bir komediye dönüştü. Ne kadar kendi adamı varsa, ne kadar iktidar yandaşı varsa bulunup seçiliyor.
Üniversiteler onun sayesinde iktidarın güdümüne girdi, onun seçtiği yandaş rektörler sayesinde susturuldu.
Anayasa Mahkemesi aynı durumda. “AKP’nin mahkemesi” olarak görev yapan o mahkemenin “Tarafsız bir yargı organı” olduğunu bugün kim söyleyebilir?
Danıştay üyelerinin dörtte birini beyefendi kendisi seçiyor.
Bu kurumlar için yapacağı her atama öncesinde “Ciddi araştırmalar (!)” yapılıyor, seçilecek kişilerin “Siyasi güvenilirliği (!)” iyice araştırılıyor. Güvenilir kişi ve kurumlardan “Bizim adamımızdır, sonuna kadar bizimledir” teminatı alındıktan sonra seçimini yapıyor.
Bu yazıyı niye yazdım? Türkiye’de terör kıyameti koparken sessiz, sütre gerisine çekilmiş, hiçbir ağırlığı yok, Çankaya’da sadece Tayyip’in onay makamı olarak oturuyor.
* * *
YAZAR: EMİN ÇÖLAŞAN 
Burada içimde ukde kalan bir konuya da kısaca değineyim. O sırada izinde olduğum için yazamamıştım. Kulak rahatsızlığını bahane edip 30 Ağustos törenlerine katılmadı.
Yahu sen devletin başısın. İnsan iki eli kanda olsa o törene katılır.
Gerekirse bastonla, gerekirse koluna girmiş iki kişiyle…
Yoğun bakım hastası değildin. Elin ayağın tutuyordu, sadece kulak sorunun vardı.
Ulusal bayramları bile iptal eden, tümüyle yok etmeye, belleklerden kazımaya kalkışan kadroların döneminde yaşıyoruz…
Ve Bay Abdullah Gül, işte o hükümetin Çankaya’ya çıkardığı biri.
Kendisinden bekleneni yapıyor.
Terörmüş merörmüş, ulusal bayrammış, devletin başıymış, vız gelir tırıs gider.
    ***
BAŞIBOZUKLUK VE KÜSTAHLIK!...
Mustafa Nevruz SINACI
Şunu mutlaka kabul etmek lâzımdır ki; Balık baştan kokar; Baş bozuk olursa ayaklar istikametten şaşar; Beden ve ruh sağlığı, önce baş sağlığı/sağlıklı baş ile kabildir. İşin mecazı böyle, pekalâ aslı nedir? Aslı şu: TC’nin en üst yetkili, görevli ve sorumlusu: anayasa, yasalar ve mevzuata göre Cumhurbaşkanıdır. Buna şüphe yok! Anayasa’nın 101–107. maddelerinde yer alan amir hükümlerine göre, bu makamla iştigal eden kişi devletin en yetkilisi olduğu gibi; Hüküm ve hikmet gereği (Hazreti Ömer gibi) en baş sorumlusudur da!... 
GÖREV İHMALİ YA DA SORUMLULUKTAN KAÇIŞ!..
Bakınız: 02 Eylül 2012 Pazar günü Şırnak'ın Beytüşşebap ilçe merkezine teröristlerce vaki saldırıda 10 asker şehit oldu, 11 asker ve 3 polis yaralandı. Saat: 22.00’de 4 ayrı yerden Kaymakamlık, Tümen Komutanlığı, askeri lojmanlar ve polis karakollarına ağır silahlar ve roketatarla saldırdılar. İlçe karanlığa gömülürken çıkan çatışma saatlerce sürdü. Saldırıda 10 asker şehit oldu, 11 asker ile 9 polis de yaralandı. Bu son vukuat, Ağustos’ta olanlar başka!.. 
Bir emekli general, TV kanalında, mecazi anlamda  ‘Hakkari elden gitti’ dedi!..
Akabinde ırkçı partinin güdümlü Başkanı ‘Şemdinli-Çukurca arası 400 km2’lik alan örgüt denetiminde. Ordu ancak havadan destek veriyor. Artık ordu değil, örgüt operasyonlar yapıyor’ diyor!.. Bu aleni tahrik, meydan okuma, ihanet, anayasal suç, alçaklık ve küstahlığa rağmen hakkında herhangi bir işlem dahi yapılamıyor. 
Sonra öğrendik, CHP Genel Başkan Yardımcısı Adnan Keskin, bu iddiayı “başbakan” a sorunca: “O kadar büyük alanın 700 teröristle ele geçirilmesi mümkün değil” demiş!.. Ama buna rağmen terör örgütü karayollarında “denetleme” yapıyor! Araçları sıraya dizip insanları kimlik kontrolünden geçiriyor. Şantiye basıp yakıyor, işçileri kaçırıyor. Elinde halâ bir mülki amir (kaymakam vekili), polisler, uzman çavuşlar ve astsubaylar var!.. Bir tabur 48 saat içinde 3 defa baskına uğrar mı hiç? Eğer uğrarsa, devlet hakimiyeti, ancak o tabur yerleşim alanı ile sınırlı kalır!..Ve sadece o küçücük alanı koruyabilmek için şehit verir!..
            Teröristler, ırkçı partinin küstah vekillerini devlet karayolunda karşılayıp sarmaş dolaş oluyorlar. CHP’li vekil kaçırılıyor. Araçlar çalınıp, aylarca memlekette tur atıldıktan sonra bir karakol önünde veya kalabalık bulvarlarda patlatılıyor!.. Tepeden tırnağa hükümet seyirci!.. Baş yetkili ve sorumlu ise hiçbir şey olmamış gibi davranıyor. Recep, Türkiye’nin her metre karesine hakimiyetten söz ediyor!.. Hani hakimiyet ve hacmi kaç metrekare?.. Çünkü ülkenin her metrekaresinde anarşist, terörist, hırsız, yolsuz ve kanunsuz var bu ne iş?.. Eğer, hâkim bir devlet (akp’nin yönettiği) varsa, terör örgütü karayolunda nasıl ‘denetleme’ yapabilir? Orman yangınları çıkartabilir, devlet ihalelerine girebilir, her türlü yolsuzluk, hırsızlık ve kaçakçılığa taraf olabilir?.. O devlet ki, yol tabelalarında Türkçe köy, kasaba adlarının iptal ve değişimini önlemekten aciz kalmış, sadece yüzlerce koruma ile çevrili tribünden seyrediyor!..
            Recep gibi devletin valisi de kaymakamı da tribünde oturuyor!.. Bir yandan bütün şiddetiyle devam eden terör, akıl almaz cinayetler; Sorumlusu, ülkeyi 10 yıldır yöneten AKP hükümeti ve kadrolarıdır. Neden gazeteler Abdullah GÜL’e “hükümetin noteri” diyor!..
            DAMI TENVİR: SAHİBİNDEN SATILIK KELEPİR ÜLKE!..
            Şehit cenazelerinde, bir yandan ‘Şehitler ölmez, vatan bölünmez, kahrolsun asala’ diye slogan atacak; Diğer yandan sigara, tütün, çay ve akaryakıt kaçakçılığına göz yumacaksın. Bu iş değil, böyle devlet, hükümet veya vatandaşlık olmaz… Zira kaçak çay, sigara ve akaryakıta ödenen paralar, şiddet olarak geri dönmekte. Terör bu parayla bomba yapıyor, mayın döşüyor, silah alıyor, güvenlik güçlerimizi şehit ediyor. Ayrıca, bir yandan yöneticilere kızarken, diğer yandan vatandaş olarak kendimizi de sorgulamalıyız…
Niçin? Bop’çu, Abd’ci, Ab’ci köpeklere uşaklık ediliyor? Neden halkın vicdanı, irfanı ve basını hür değil? Niçin Hükümet öz eleştiri ve denetime kapalı, muhalefete tahammülsüz!.. Etki Ajanı, anarşi, terör ve tedhiş unsurları, üsler ve ikili oyun domuzlarının ülkemizde işi ne? Saydam ve dürüst olmamak niye?. Ve siz; Neden? “onurlu ve sorumlu yurttaş” değilsiniz?...
***
UMUR-U DEVLET,
ADALET VE HUKUK
Mustafa Nevruz SINACI
            Derebeylik, despotluk ve aşiretten devlete geçişin milâdı İslâm’dır.
İslâm’la birlikte insan yücelmiş, değerlerini iktisap etmiş ve “Umur-u devlet” denilen, insan hakları, adalet ahlâkı ve evrensel hukukla kaim “medeni kurum” hayat bulmuştur. İbn-i Sina, İbn-i Haldun ve İbn-i Battuta bu süreci “medeni siyaset” olarak adlandırır. (Atatürk ise, “Demokrasi, mazide atalarımızın tatbik ettiği medeni siyaset’in bu günkü adıdır” der.) Yesrip adı Ensar ile vaki bir antlaşma sonucu değiştirilerek Medine yapılmıştır. Medine şehir / devlet (medeni insanların birlikte yaşadığı kurumsal yapı) anlamında olup; Aynı zamanda medeni dünyanın ilk modern hukuk devletidir.
Objektif ve orijinal siyaset bilimi bunu böylece tarif, tasnif ve tasdik eder.
Buna göre: Adalet ahlâkı ve evrensel hukuk meşruiyetin temeli ve çimentosudur. 
Adalet varsa devlet vardır; Hakkaniyet, adalet, eşitlik, emniyet, huzur ve hukuk yoksa devletin; Hakikatte hükümetin “hüküm ve hikmet’in” varlığından söz edilemez. 
UMUR-DEVLET ASKIDA
İşte şimdi; Türkiye Cumhuriyetinde hak, adalet, eşitlik, emniyet, huzur ve hukuk’un tefessüh ettiği (fiilen bulunmadığı) bir “fetret devri” yaşıyoruz. Dolayısıyla bundan “devlet” dediğimiz, uzuvdan yoksun izafi kavram değil; Devletin görevli, yetkili ve sorumlu uzuvları (vücudu) olan hükümetin şahsında “makam ve mevkii sahibi bireyler” sorumludur.  
            Çünkü: Gerçekte izafi bir kavram olan ‘devlet’in asli uzvu (unsurları) mesabesindeki hükümetlerin bütün fiil, tasarruf, eylem ve işlemleri;. İnsanlık onuru, mutlak dürüstlük, beka, basiret ve umur ile bağdaşmak,  Medeni siyaset, hak ve Lâiklik temelinde yükselen (önceleri ümmet, sonraları millet) milli devlet ve milli siyasete “ebed-müddet” hayat vermek zorunda ve durumundadır… Zira hükümet varsa, hüküm ve hikmet “YASA” hâkimdir; Hükümetten eser yok, görev ehli atalet, zaaf ve kararsızlık ile malûl ise “anarşi, terör ve tedhiş” vakidir.
            DAHA AÇIK BİR ANLATIMLA   
            Yukarıdaki “Umur-u devlet, adalet ve hukuk” kavram ve karinesinin; medeni siyaset geleneği “hakkaniyet, adalet, hukuk ve konjonktür” bağlamda incelenmesi gerekir. Örneğin: meşruiyet kisvesi altında devlet kurumu; Dâhili ve harici bedhahlar, dönme-devşirme, kripto, etki ajanı ve ihanet şebekelerinden müteşekkil rezil şahısların baskısına boyun eğer de, kanun yerine kifayetsiz muhterislerin kapris, tasallut ve tahakkümü kaim olursa;..
Türk milleti münferiden, milli medya, sivil toplum, adalet ve hukuk kurumları yoluyla yukarıda arz ve ifade olunan ilke, umur-u devlet onuru, görev ve sorumluluk idraki ile hareket ederek “her ne pahasına olursa olsun” bu yozlaşma, kirlenme, dejenerasyon ve başıbozukluğa mutlaka “DUR” demek zorundadır.
            Toplumsal beka / basiret, umur-u devlet, kemali ciddiyet, bilim, tarih ve hukuk şuuru ile bilhassa “sürdürülebilir objektif siyaset” ile mütekabiliyetten yoksun, olumsuz gidişat bu sorumlulukla durdurulabilir. Kifayetsiz muhterisler frenlenebilir. Devlet kapısını rant, imkân ve avantaj kapısı olarak gören; İcabında terör ve tedhişle birlikte hareket edebilen güruh, bu şekilde ayıklanıp temizlenebilir…
         GÖREV, YETKİ VE SORUMLULUKLARIN GEREĞİ YAPILMALI..
            Sanki hiç devlet, hükümet, polis, asker, jandarma ve mit yokmuş gibi; Tüm Vatan toprağında serbestçe dolaşan ve her gün umulmadık, beklenmedik bir yeri alçakça, kalleşçe vuran terör ve tedhişe “DUR” diyemeyen yetkili, sorumlu ve görevliler niçin halâ iş başında?
            Sınırları koruyamayan, çalıntı arabaları bulamayan, istihbarat kabiliyetinden aciz, yurt içinde serbestçe dolaşan potansiyel ve müseccel suçlulardan; Tonlarca patlayıcı ve hain canlı bombalardan bihaber “güvenlik teşkilâtı” olmaz. Olanlar niçin yetkilerini tam olarak vatan, millet, milli birlik ve beraberlik lehine kullanılmaz… Veya kullanılamaz?.. Başta devletin en üst görevlisi, yetkili ve sorumlusu olmak üzere; En tabandakine kadar sorgulanması şarttır…   
***
e.MAİLgercek.demokrat@hotmail.com