16 Kasım 2012 Cuma

BAŞKANLIK SİSTEMİ VE DİKTATÖRLÜK İSTEMİ (I)

BAŞKANLIK SİSTEMİ
 VE DİKTATÖRLÜK İSTEMİ (I)
Mustafa Nevruz SINACI
Evrensel hukuk ve kadim hakikate meydan okumak; Binlerce yıllık gelenek ve bir töre hassasiyeti içinde, tarihten bu güne süzülüp gelen orijinal gerçeği hiçe saymak, alay ve istihza konusu yapmak, apaçık bir şımarıklıktır. Dahası bu hal, yetmezliğin çekişi, ihtirasın itişi yahut ‘ruhunu şeytana (AB-D) satmanın cinneti’ olarak tarif ve tavsif edilebilir. Bir başka deyişle bu hezeyanı ‘kifayetsiz muhteris kalkışması’ biçiminde adlandırmak da mümkündür.
Mesele: İnsan hakları, adalet ahlâkı, maşeri vicdan, demokrasi, evrensel hukuk (şerait) ve sağduyu’nun süründüğü, paspas gibi çiğnendiği bir ortamda; Başta Halife Hazreti Ömer ve Kanuni Sultan Süleyman olmak üzere;. Hak yolunda millete, “adalet ve faziletle” hizmeti şiar edinmiş, cihanşümul şahsiyet, tevazu, hüküm, hikmet ve hakikat ehlini taciz ve istismar etmek hicap vericidir. Edebe aykırıdır, ayıptır. Siyasette haddini bilmek, ilim, edep ve terbiyedendir.
Lâf sahibi, hak sahibi; Lâyık, ehil ve müstahak olmak zorundadır.
Aksi takdirde alay konusu olur; Talep, talibini helâk etmekte gecikmez…  
Kaldı ki, asaleten Türk ve Müslüman ecdadımızın eseri medeni siyaset; Evrensel idare sistemleri olarak kabul edilen ‘demokratik ve lâik cumhuriyet’ yönetim sentezinin referansı, esası, iktibası ve ilham kaynağıdır. Tarih bu hakikati şamil olmakla; Rejimin adı her ne olursa olsun, neticede ülkede hakkaniyet, adalet ve hukuk hâkim değilse; Uygulama, lânetli bir sulta, kalleş despotizm ve alçak bir diktatörlükten (faşizmden) başka bir şey değildir!…
Kaldı ki, şu an için “İslâm Ülkeleri” nam devletlerin tamamı ile diğerlerinin büyük bir bölümü antidemokratik, anti lâik ve inadına despotiktir. Dolayısıyla bu derin şeamet karşısında siyaset bilimi, tarih ve sosyolojiden müteşekkil ironi, hayret ve dehşet verici bir durum arz eder. Daha açık bir ifade ile günümüz üniversitelerinin ilgili bölümleri yalancı; Medyası ikiyüzlü, alçak, uşak, yalaka ve kaypak; Politik-Acılar ise kahir ekseriyeti itibarıyla nitelikli dolandırıcı, üçkâğıtçı, düzenbaz ve sahtekârdır. Zaten aksi olsaydı, insanlık bu kadar çaresiz, huzursuz, güvensiz ve mutsuz olmazdı..   
Dolayısıyla, hakiki, halis ve samimi niyetle: Devlet idaresinde, millet iradesinin hâkim ve hükümran olması anlamına gelen Başkanlık Sistemini isteyenlerin, öncelikle buna lâyık ve müstahak olduklarını, eylemleri ile ispat edip, gözler önüne sermeleri lâzım gelir ki, inandırıcı ve güven verici olabilsinler. Bu, milletin hakkı; Talibin ahlâki, insani, vicdanî ve hukuki görevidir.
Âlimler için hüküm hikmet; Amirler için siyaset fazilet ve mutlak adalettir.
Adil olmayan amir (siyasetçi) ile namuslu ve dürüst olmayan âlim / akil adam, eğitim ve öğretim görevlisi, sorumlusu; Zalimin kapısında havlayan köpek derecesinde olup; Millete yapılan haksızlık, eziyet ve zulmün yegâne sebebidir. Halk içinde ise; Despot, cebbar, zalim, yolsuz ve yağmacıların zulmü karşısında sessiz kalan mel’un, münafık, mürai ve dilsiz şeytandır.    
Böylesine bir vebal ve derin sorumluluk, mutlaka dikkati gerektirir.
Dikkat: Adaletli, hakikatli, şefkatli, hikmetli, namuslu, dürüst ve demokrat olmayı zorunlu kılar. Aksi takdirde talibin talebi butlan, yani yok hükmünde, gayrimeşru ve menfur emellere, hırs, hased ve ihtirasa matuftur biline..
ŞU HALE NAZARAN
En azından; Daha sistem arayışına bile girmeden yargı, yasama ve yürütme arasında vaki, kuvvetler ayrılığı ilkesinin “mutlak ve mütekabil (kamusal ve toplumsal) denetleme kaydına bağlı özerklik” derecesi, düzey ve olgunluğuna erişmiş olması şarttır. Bunun yanı sıra: Siyaset kurumlarının, bilumum rezillik, keyfiyet, vesayet, sulta ve cunta unsurlarından arındırılarak “kitle partisi” vasfını haiz kılınmaları; Bütün seçimlerin Milli Delege Sistemi muvacehesinde namuslu, dürüst, doğrudan birey ve kamu yararına hizmete odaklı, tüm aşamalarında saydam, şeffaf ve yargı teminatına dayalı olarak düzenlenmesi; Halka vekil eşhasın bilumum korunma, özel himaye, ayrıcalık, dokunulmazlık ve imtiyazlarının ilga edilmiş olması şarttır..
Anayasa, rejim veya sistem değişikliğine vazifeli geçici meclis ve milletvekillerininse, yukarıda öngörülen usul ve esaslar dâhilinde; hiçbir yönlendirici, baskılayıcı, dayatmacı unsur bulunmaksızın seçilmiş olmaları gerekir ki, milletin itimadına lâyık, adil ve güvenilir olsunlar. 
          Bu anlamda, mevcut parlamento’da “Milletin Vekilleri” olduğunu kim iddia edebilir?..

5 Kasım 2012 Pazartesi

İleri Demokrasi Diktatörlüğü...

“İLERİ DEMOKRASİ” DİKTATÖRLÜĞÜ!..
Mustafa Nevruz SINACI
“Tevil etmeye gerek görmeden ifade ediyoruz; Türkiye’de bir Diktatör var. Türkiye’de Diktatörlük rejiminin nihai dinamikleri hayata geçirilmek isteniliyor. Diktatörlüğün tüm tezahürleri Türkiye’de yaşanıyor. Tarihte yaşanan diktatörlük süreçleri Türkiye’de yaşanıyor.
Toplum; inançlar, etnik yapılar, tarihi değerler, Cumhuriyet değerleri,  sosyal ve ekonomik gruplar üzerinden ayrıştırılıyor.  Nefret söylemi Diktatör eliyle tırmandırılıyor….
            Yaşadığımız rejimde; Siyasilerin, Muhaliflerin özel hayatları yasa dışı yollarla izleniyor, görüntüleniyor. Bu görüntüler İktidar tarafından şantaj ve tehdit aracı olarak kullanılıyor. Fail ve sorumlular bulunamıyor. Başbakan Yardımcısına suikast iddiasıyla Kozmik Odalara giriliyor. Devletin stratejik sırları deşifre ediliyor.  Ancak suikastın sorumluları bir türlü bulunamıyor. Kamuoyu gelişmelerden her nedense bilgilendirilmiyor.
Gizli sürdürülen adli soruşturmalar Hükümet’in gayri resmi organı niteliğindeki basın organlarına Kolluk tarafından servis ediliyor, Şüpheliler itibarsızlaştırılıyor, infaz ediliyor; ancak servisi yapan mekanizmalar tespit edilemiyor.
            ÖSYM odaklı; KPSS, Yargıçlık Sınavları, TUS, Komiser Yardımcılığı Sınav Soruları servis ediliyor, ancak failler bir türlü ortaya çıkarılamıyor. Yargı da karartma ortamına iştirak ediyor; Konya’da kömür ve gıda yardımlarının dağıtıldığı bilgileri içeren Sosyal Yardımlaşma Vakfı Defteri kayboluyor, failler her nasılsa tespit edilemiyor, Savcılıklar takipsizlik kararı veriyor. Enerji Bakanlığı bağlantılı olarak 1 Milyar Dolar seviyesinde kömür yolsuzluğu yapıldığına dair Hazine Raporları esas alınarak Savcılığa suç duyurusu yapılıyor. Savcılıkta dosya 3 yıldır sümenaltı ediliyor faillere ulaşılmıyor. Gece yarısı Torba Kanun uygulamasıyla bu yolsuzluğun araştırılması engelleniyor. İktidara mensup Milletvekillerinin yolsuzluk fezlekeleri kayboluyor, ortadan kaldırılıyor, bu işlemleri yapan Savcı bir türlü bulunamıyor.
Basın üzerinde oto sansür kurumsal hale geliyor, oto sansürün yeni yöntemleri gelişiyor, muhalif gazetecilerin karşısına Hükümet Komiseri niteliğinde zaptiyeler yerleştiriliyor. Muhalif olmanın sembolü karikatür sanatı, İktidar sözcülüğünün temsilciliğine dönüşüyor… Karikatür sanatı nitelik değiştiriyor.
Bu rejimde: Uludere faciasının, Suriye’de düşen uçağın, 29 Ekim kutlamalarına ilişkin istihbaratın nereden geldiği bir türlü öğrenilemiyor. Devlet eliyle karartma uygulanıyor. Deniz Yıldırım ismindeki bir Gazeteci hakkında Yargıç ve Savcı dışında birileri “tutukluluğun devamına” şeklinde yazılı not düşüyor, Deniz Yıldırım tahliye edilmiyor. Bu notu düşen, bu kararı veren illegal merci bir türlü ortaya çıkartılamıyor. Bir milletvekili veya bakan hakkında 2004 yılında İsviçre’den valiz dolusu döviz getirdiği iddiaları basında yer alıyor, ancak olay tahkik edilemiyor. Yazıdaki iddialar tekzip dahi edilemiyor…
            Bu rejimde; Başbakan hakkında İsviçre’de 8 ayrı banka hesabının olduğu iddiaları dile getiriliyor. Ancak, Başbakan ilgili ülkeden aksine bir belge alma girişiminde bulunmuyor. Kamuoyu da bunları konuşamıyor, konuşamaz hale geliyor. Suudi Arabistan Kralının, Başbakan ve Cumhurbaşkanına verdiği hediyelerin tutarı ve akıbeti bir türlü öğrenilemiyor.
Bu rejimde; Yargı’da Hakkı Manav’lar yaratılıyor. Mahrumiyet bölgelerinde 1 ay görev yapan Savcı’lar, Yargıç’lar Adalet Bakanlığı bünyesine alınıyor. Şehit düşen Doğu Beyazıt ve Ovacık Savcı’larına Koruma verilmiyor. Hükümet ile yakın ilişkileri olduğu bilinen Danıştay başkanı, suç örgütü üyeleri ile 3 kez ve ayrıca özel araçta görüntüleniyor. Ancak, hakkında yargı prosedürleri işletilmiyor ve Danıştay kurum olarak zan altında bırakılıyor. Yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın emek ve tasarrufları üzerinden yolsuzluk yapan Deniz Feneri sanıkları Hükümet eliyle korunuyor. Alman Yargı Organlarının tespit ve hükümlerine göre “100 Yılın Soygunu Olan” bu yolsuzluğu soruşturan Savcı’lar görevden alınabiliyor. Yolsuzluk yapanları korumak için Hükümet Üyeleri’nin “Köstebeklik” yaptığını gösteren bulgular ortaya çıkıyor. Adalet ve İçişleri Bakanı soruşturmaya müdahale ediyor, delilleri karartıyor…” ./.. devamı var: (Yorumsuz Olması Gerekti) !…
YORUMSUZ OLMASI GEREKTİ!...
Mustafa Nevruz SINACI
“Bu rejimde ‘Ağaoğulları’ yaratılıyor. Ağaoğulları kavramını, Kamu yönetimindeki hukuksuzluk ve haksızlıkları ifade anlamında kullanıyoruz. Bu yolla Kamu alanları, orman alanları talan ediliyor. Ancak, unutulmamalıdır ki, Ağaoğulları sonuçta Diktatör’lerin elinde patlar, toplum ağır bedeller öder. Diktatör, açlık grevinin 50. Gününde olan insanları taciz ediyor, buna tenezzül; İnsaf ve vicdanla bağdaşmayacak şekilde ölüm sınırındaki insanları rencide ediyor. Diktatör, ülkenin Cumhurbaşkanı’nı hedef alarak , “Benim Valim’e nasıl talimat verirsin….” diyerek aslında faşizan zihniyetini itiraf ediyor. “Ben Devletim” diyor. Demokrasiden, insan haklarından, Devletin sorumluluğundan nasibini almadığını bir anlamda itiraf ediyor, tescil ettiriyor. Vali’nin, Cumhurbaşkanını ve Devleti temsilen görev yaptığını kabullenemiyor. Devletin Vali’lerini, Parti’nin Vali’leri ve kendisinin çalışanı zannediyor.
İşte bu ülkede faşizan süreç yaşanırken, Siyasi İktidar bir taraftan da,  Darbeleri Araştırma Komisyonu adı altında “Sanal bir gösteriyi” sergiliyor. Bu gerçekler daha da çoğaltılabilir. Bir belgenin İngilizce fotokopisini ilişikte sunuyorum. Tercümesini yaptırdık. ABD Ankara Büyükelçiliğinin düzenlemiş olduğu 24 Kasım 2008 tarihli bu belgeye göre;
Türkiye Cumhuriyeti Emniyet Genel Müdürlüğü, Silivri ve bağlı davalarla ilgili olarak ABD Elçiliğine raporlama yapıyor, brifingler veriyor. Yaptıkları açıklama ve değerlendirmelerde, soruşturma ve yargılamalar sonucunda, şüphelilerin mahkûmiyetinden emin olduklarını dile getiriyor, ayrıntıları anlatıyorlar. Emniyet birimleri yargılama yapıyor, hüküm kuruyorlar…
            Mezkûr belgeye göre; Başbakan’ın, Silivri soruşturması ve bağlı dosyalarla ilgili olarak davayı yürütenlerle haftalık toplantılar yaptığı ifade ve tespit ediliyor. Ortaya çıkan tablonun özeti şudur: Başbakan, Silivri ve bağlı olaylarla ilgili soruşturma dosyalarının doğrudan içindedir. Kolluk gücü, Siyasi iktidarın emir ve talimatları doğrultusunda görev yapmakta; Bu çalışmalarda, ABD mercilerinin izni ve icazeti alınmakta, bilgilendirmeler yapılmaktadır. Bu tablo, aslında şaşılacak ya da yadırganacak bir tablo değildir. AKP’nin Türkiye’yi getirdiği dramatik ve kaçınılmaz sonuçtur. Esasen; bir ülkede Diktatörlük varsa, Diktatörlük rejimi kurumsal hale gelmiş ise, Diktatör kaçınılmaz olarak yurt dışı dinamiklerle ilişkiye girer. Bu ilişki türü ve niteliği konjonktüre göre, Okyanus ötesi de, berisi de olabilir.
            Bir ülke; siyasi ve ekonomik anlamda nasıl sömürgeleştirilir, nasıl ayrıştırılır?
Bu tarihi süreçten söz ediyoruz. Bu süreç öyle bir süreçtir ki, sürecin sonunda; Yargı mekanizmaları kritik davalarda delilleri araştıramazlar, delillerden korkar hale gelirler. Zira deliller araştırıldığında Yargı mekanizmasının illegal yapılanma içinde olduğu ortaya çıkar. Türkiye’de Mahkemeler, gerçeklerin ortaya çıkmasından korkmaktadır. Bunun en bariz ve acımasız örneği Balyoz Yargılamasında ortaya çıkmıştır. Böyle bir tabloda, adalet, hukuk ve toplumsal barışın tesisinden söz edilemez. Böyle bir sürecin devamında kaçınılmaz olarak intikam ve husumet tohumları yeşerecektir. Bir toplum işte böyle ayrışır, böyle ayrıştırılır.
Değerli Basın Mensupları;
Diktatör’ler; kişisel ve siyasi hırsları uğruna ve ayrıca Devlet yönetiminde yaratmış oldukları yolsuzlukları ve hukuksuzlukları kamufle etmek amacıyla, İç ve Dış Savaş dahil, Türkiye’yi her maceraya sürüklemekten kaçınmayacaklardır. Bu kaygımızı halkımızın dikkat, takdir ve sorumluluğuna tevdi ediyoruz.
Narsist bir özgüvenin; Kifayetsiz ve muhteris bir yönetim anlayışının;
Marazileşen bir kibrin yol açtığı ve açacağı kabirlerden söz ediyoruz…
Elbette umudumuzu ve kararlılığımızı kaybetmiyoruz; Halkımız 29 Ekim tarihinde Cumhuriyet’in kurulduğu Ulus Meydanından haykırmış, bu oyuna izin vermeyeceğini, demokratik yollardan hesabını soracağını, dile getirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Yurttaşları arasında “Ötekiyi” yaratmadan hep birlikte Haramilerin Saltanatına son verecek, yeniden Bağımsız Türkiye’yi inşa edeceğiz…” (Atilla Kart, Konya Milletvekili, 02.11.2012 tarihli Ankara Basın Toplantısı; Tam metin..
Şimdi buyrun, “YORUM” Sizin!..