23 Ekim 2013 Çarşamba

DOLMUŞ ESNAFI ADETA İŞKENCEYE MARUZ!...

DOLMUŞ (Minibüs) ESNAFINA İŞKENCE
Mustafa Nevruz SINACI
Halkın DOLMUŞ dediği, bizim de kısaca Minibüs olarak tanımladığımız, toplu taşım ve pratik kitle ulaşım araçlarını ‘ekmek kapısı’ olarak kullanan esnaf, Türkiye’nin her yanında dert küpü. 2013 yılı Ramazan ayının başlangıcından Eylül ayı sonuna kadar, (çok hayırlı bir toplumsal proje gereği) doğudan batıya 22 vilâyet gezdim. Nerede dolmuş varsa orada (halkın değil) belediyeler ve mülki idarenin, dolmuşçular ve halk otobüsçüleri esnafı ile takıştıklarını hayret ve dehşet içinde gördüm! Oysa bir taraf kamu (halk) hizmetkârı memur; diğer tarafsa, devlete kaynak sağlayan ve millet yararına çalışan, hizmet üreten ‘kutsal emek sahibi’ esnaf.         
Bu durum, Başkent Ankara için tam bir yüz karası
Meselâ 27 Mayıs 2013’de, ‘Başbakanlık (!) çevresinde alınan güvenlik önlemleri’ gibi çok sudan bir bahane ile resen gasp edilerek el konulan Güvenpark (100.Yıl, ODTÜ, Çiğdem, Çukurambar) duraklarının yolcusu; Aylardır hile, haksızlık, keyfilik/küstahlık ve adaletsizliğe maruz, rezillikten bezgin, çile doldurmaktan yorgun, yollarda kepaze. Buna mukabil yaklaşık 600 bin kişiye hizmet veren, durağın dolmuş esnafı mahvolmuş, itilip kakılmaktan yorulmuş, ekstra masraf, zorunlu israf ve ceza baskısı altında ezilmiş, madden çökmüş ve perişan halde.
Gasp ve işgal yaklaşık 150 gündür amansızca sürüyor
İtiraz, talep ve şikâyetlere kulak veren, anlayan, aldıran yok. Müktesep hakları olan 40 yıllık durakları “bilgi ve rızaları hilâfına” haksız, hukuksuz ve kanunsuz bir şekilde müsadere edilerek (uygun bir yer gösterilmeksizin) caddeye atılan bine yakın dolmuşçu esnafı dertli… “Bu iş çığırından çıktı ve durma noktasına geldi. Hizmet verdiğimiz 600 bine yakın vatandaş perişan. Sabrımız tükendi. Haksız işgal ve bu insanlık dışı muamele karşısında üzgün, acılı ve yorgunuz. Aslında kontak kapatıp gitmekten başka çaremiz kalmadı!..” diye yakınıyorlar. 
            Milli Müdafaa Karmaşası
Çok haklılar. Yolcularla birlikte zulme maruz kalıyorlar. Genellikle minibüsler Milli Müdafaa Caddesi’nde beklemek zorunda. Özellikle mesai saati bitiminde tam bir kriz, kaos, karmaşa, kargaşa, koşuşturmaca ve telâş hakim cadde de. Bu hengâme içinde zaman zaman vatandaş, ya da sürücülerle tartışmalar, kavga ve kazalar vuku buluyor. Trafik ekipleri, yolda birikip kalan bir kısım dolmuşları, farklı yer ve istikametlere yönlendirmeye kalkınca kargaşa,  rezillik ve perişanlık iyice artıyor. Bu düzensizlik, başıbozukluk ve karmaşa karşısında durak müdavimleri yılgınlık gösterip dağılıyor. Hatta durak yerleri zaman zaman değiştirildiği veya zorunlu olarak değiştiği için akşamları büyük bir şaşkınlık, sefillik ve perişanlık gözlenmekte.
Derde deva umarken başa gelene bakın
Bir tarafta bu rezillik sürüp giderken, diğer taraftan, aziz ve mübarek Kurban Bayramı öncesi hâlâ şok etkisi devam eden, bir başka sıkıntı daha baş gösterdi. Zaten ağır vergi yükü, hat ve durak sorunları ile özellikle fahiş sigorta primleri altında ezilen, müşteri kaybeden ve yolcu bulmakta zorlanan dolmuş esnafı, bu defa çok sayıda ve yasal tebligat süreleri geçmiş yüksek tutarlı “trafik cezası ödeme makbuzları” dayatmasına maruz kaldılar.
Oysa "Karayolları trafik kanunu hükümleri gereğince uygulanan idari para cezalarının tahsil ve takibinde uygulanacak usul, esaslar ile kullanılacak alındılar, tutanaklar ve defterlere dair yönetmeliğin 10. maddesinde:, “İster yetkili kılınmış personel tarafından isterse de sabit / masaüstü cihazlarla elektronik ortamda düzenlenen trafik cezalarının “10 iş günü içinde”  tebliğ edilmesi gerektiği hükme bağlanmıştır...
Madde metni iş günü dediği için, hafta sonları ve tatiller bu süreye dâhil değildir. Eğer bir trafik cezası, ihlâl tarihinden itibaren, 10 işgününü aşan bir zaman içinde muhataba tebliğ edilmiş ise, bu halde Sulh Ceza Mahkemesi nezdinde dava açılır. Sadece bu nedenden dolayı, mahkemenin trafik cezasını iptal etmesi gerekir.
Kaldı ki, tek amacı kamu hizmeti ve zor şartlar altında evine ekmek parası götürmek olan minibüs şoför (ve esnafı) bu cezaları hak etmemiş olsa gerek. Zira cezaların toplu tebliği neticesi bazı esnafa bir anda 100'den fazla ceza gelmiş. Her ne kadar ortada hukuki bir analiz yoksa da; Olayın doğrudan muhatabı şoförler ile görgü şahitlerinin beyanları, samimi itiraf ve özlü anlatımlarına göre bunların bir kısmı yersiz, gereksiz, haksız, adaletsiz… Bir bölümü ise, ilgili memurun işbalığı, mülki idare ve belediyenin ihmalleri ile olası tedbir noksanlıklarından kaynaklandığı iddia edilmekle; Adeta “her fırsatı ganimet bilerek” ve/veya “sanki kendilerine tembih edilmişçesine daha çok ceza kesip, bu yolla hükümete gelir temin etmek için” esnafa baskı, taciz ve zulmetme eğilimli bir ceza politikası uygulandığı düşündürülmektedir!..
Özellikle: “Fazla bekleme yaptın, fazla yolcu aldın”, “yavaş gittin, hızlı gittin”, “durak dışı yolcu indirdin, durak dışı yolcu aldın” gibi namlar altında;, Teknik olarak işin aslı ve özüne taalluk eden “olmazsa olmaz/hattâ olması doğal ve beklenir” hallerden dolayı ceza kesilmesi kamu vicdanı, esnafın ifa ve icra ettiği “toplu taşım ve kitle ulaşımı esaslı sosyal hizmet” yurttaşlık hakları, insaf/merhamet ve “hakkıyla adaleti uygulamakla memur ve mükellef” kamu görevi ile bağdaşmaz!.. ,
Nitekim 2918 Sayılı Trafik Kanunu’nun 65/1-a maddesi’ne dayanılarak minibüslere “Taşıma sınırı üstünde yolcu alınması” usulünü düzenleyen; “Araçların Yüklenmesi” başlıklı Madde: 65 (Değişik madde: 18/11/1986 – 3321/1 md.) dikkatlice analiz edildiğinde buradan: “Şehir içindeki toplu taşım ve kitle ulaşım araçlarına ceza yazılmasına cevaz teşkil edecek bir anlam ve emir” çıkmamaktadır. Banliyö trenleri, metro, vapur, belediye ve halk otobüslerine, bu hükmün uygulanmamasının sebebi budur. Dolayısıyla Minibüsler için de bu esas ve usulün geçerli olması gerekir. Sonuçta hepsi de “kamu yararına çalışan” toplu taşım aracı değil mi?
Kaldı ki, cezaların kanun gereği hukuki süresi içinde değil de; Yasada “görevi ihmal” olarak tanımlanan “biriktirilip topluca gönderilmesi” bile, hukuki yönden sakattır. Yani, iş bu cezalar tek tek ve zamanında gelse, sürücü neden ve niçin ceza aldığını bilir, eksiklerini, hata, muhtemel ihmal ve kusurlarını gidererek, kendince gerekli tedbirleri alır. Bu tedbirle tekerrür önlenir. Sonuçta, “hukuka saygı, insan ve vatan sevgisi” bağlamında sorun çözülür.
İnsan’ı yaşat ki, devlet yaşasın..
Nihayet mesele: Önce İnsan’a ve ‘Kutsal İnsan’ın şahsında Vatana hizmettir.
Dolayısıyla halka hizmet: Dikkat, itina, akıl, mantık, sorumluluk, ilim, ahlâk, iman ve disiplin gerektirir. Kaldı ki, konu trafik olunca, bu ve benzer “riayeti zorunlu kurallar” çok daha farklı boyut, anlam ve algılara kayar. Örneğin: Her hususta kendinde ve farkında olmak, her daim soğukkanlı, sakin ve sağduyulu, onurlu ve sorumlu hareket etmek gibi!..
Şimdi soruyorum:
Yukarda derc edilen ve dolmuşçuluğun tabiatından olan fiillere; “ciddi risk ve kaza ihtimali” yaratmadıkça, neden ve niçin ceza kesilir? Zaten bütün minibüsler, tıpkı otobüs ve metro vagonları gibi “ayakta yolcu taşıma amaçlı” olarak tasarlanıp imal edilmemiş midir? Üstelik adı dolmuş!.. Dolmuş’un dolması, “ayakta ve oturacak yer kalmayıncaya değin” yolcu alması demektir. Akıl, mantık, yarar ve tedbir bunun neresinde? Amma maksat: “Kamuya her şeye rağmen kaynak sağlamak maksadıyla cebri icbar, fırsatçılık ve dayatma ise” o başka!..  
Böylelikle cezada caydırıcılık olur
Plakaya gıyabi (arkadan) ceza yazıldığında, kasıtla ihlâl edilen “çok önemli ve hayati” kural hataları var ise, muhatabın neyin hatalı olup olmadığını bilmesi mümkün olmamaktadır. Sonuç olarak, zaten ilgili yönetmeliğe aykırı olarak hukuksuz tebliğ edilen çok yüksek tutarlı toplu cezaların tamamıyla affedilmesi ve (münhasıran toplu taşım ve kitle ulaşım araçlarına) gıyaben / arkadan plâkaya ceza yazılması uygulamasına son verilmesi gerekir.
            Korsan Taşımacılıklara tedbir yok  
Bir de bakıyorsunuz vatandaş hususi aracı ile taşımacılık ve taksi dolmuş yapıyor. Oysa bu konuda kesin yasak var. Cezası kişi başı 250 tl, ama uygulama yok. Neden ve niçin? İştigal alanlarının korunması ticaret ahlâkı ve hukukun amir hükmü olup; Minibüs esnafı her gün yeni bir borcun içine girmekte, ekmeğini kazanması zorlaşmakta, çektiği çile, ıstırap ve sıkıntı büyümektedir. Oysa hükümetlerin görevi adil olmak, herkes ve her kesim için hayatı kolaylaştırmak, sevdirmek ve ne pahasına olursa olsun “hakkaniyeti faziletle” uygulamaktır. 

12 Ekim 2013 Cumartesi

BAYRAM MESAJI :: "Lânetli muhalefet, bayram ve paket"

LÂNETLİ MUHALEFET;
BAYRAM VE PAKET
Mustafa Nevruz SINACI
Milli Devlet ve Milli siyaset hayatımızı derinden sarsan, kamu vicdanını yaralayan ve Türk Milletinin geleceğe dair ümitlerini karartan muzlim paket 30 Eylül 2013 günü açıklandı. Milliyetçi, gerçek demokrat ve objektif anlamda sağcı kesimce beklendiği biçimde, 27 Mayıs suçlandı. Lâkin suçlayıcı taraf, hâlâ niçin 27 Mayıs’ın sorgulanıp yargılanmadığına dair uzun süredir beklenen merakı giderecek bir cevap da vermedi!..
Ana muhalefet: “Zaten malumun ilânı, üstelik bizden kopya” dedi.  
Yavru muhalefet sadece esti gürledi. Tehdit etti. Bağırıp çağırdı. Tabanına bolca mesaj verdi. Ancak, ne anası ve ne danası yargıya gitmedi. Anayasa Mahkemesi, İdare Mahkemesi veya Danıştay’a giden olmadı. Alenen işlenen suç’a rağmen Cumhuriyet Baş Savcılıklarına suç duyurusunda bulunan da olmadı.
Demek ki, bunların tamamı ittifak, iştirak ve suç ortakları!..
Al birini vur ötekine.
Üstelik iktidar partisine “terör örgütünün işbirlikçisi” diyorlar!.. 
Şu hale nazaran, millet yine kendi derdine yanacak. Anaların ıstırabı, mağdur, mazlum ve ocağına ateş düşenlerin lâneti inşallah 77 partinin tamamından oluşan muhalefeti bütünüyle vuracak. Helâk edecek. Yok edecek. Edecek te, inşallah Türk Milleti ve Türk Vatanı ile oyun oynamanın ne demek olduğunu, çok görecek, bu kere kendileri acıları tadacak ve bilecekler!..  
VE, AKABİNDE BİR BAYRAM!..
Oysa ve her şeye rağmen; Sevgili halkımız ve Aziz Milletimiz her yıl olduğu gibi bu yıl da; Kutsal sevincimizi Milli birlik, beraberlik, kardeşlik, huzur ve güven içinde yaşamayı arzu ve Kurban Bayramını sevinç ve saadet içinde kutlamayı ümit etmektedir.
Bu mutluluk, huzur, güvenlik ve esenlik ortamı milletin hakkı;
Ülkemizde eşitlik, hakkaniyet, istikrar, hürriyet ve adalet ortamını temin, tesis, ikame ve idame ise müesses hükümetin görevidir. Hükümetlerin en önemli ve ana görevi de: Hüküm ve hikmet sahibi olmak, milleti “bir bütün” halinde muhafaza, adaletle kalkındırma, istikrarla geliştirme ve medeni milletler arasında en ileri seviyelere çıkartmaktır.      
Ancak; Huzur, güven ve esenliğe muhtaç iç dünyamız ile milletçe idrak, ihya ve tüm dünyaya “birlik ve beraberliğin gücünü” ilâna hazırlandığımız bu günlerde,; “Müktesep hak, adalet, hukuk ve demokrasiyi katleden, Türk Milleti’ne kin ve nefretle yaklaşıp; Anarşi, terör, tedhiş, kin ve nefret örgütünün dayatmaları yönünde; Alenen bölücülüğü tahrik, teşvik ve hiç gerekmediği halde Türk yurttaşlarının hız ve ilham kaynağı Andımız-ı yasaklamaya kalkışan menfur bir paket nedeniyle huzurumuz bozulmuş, kamu vicdanı rencide edilmiştir.
Türk Milleti’nin, geçici bir süre için icrayı emanet ettiği mevcut siyasi kadronun buna teşebbüse hakkı ve haddi yoktur. Oslo ile başlayan süreçte haddini aşan ve milletin bahşettiği yetkileri kötüye kullanan iktidar partisi; Adeta bir despot, mütegallibe ve mütareke hükümeti gibi hareket etmeye kalkışmaktadır. Zira adına, kinayeten “Demokratikleşme Paketi” denilen bu tasarı/paket tam bir manifestodur.
Mezkür manifesto, sözde bir demokratikleşme adına; Ülkemizdeki gerçek demokrasi, binlerce yıllık hakkaniyet, adalet, eşitlik, huzur ve hukuk geleneğini yok etmeyi hedeflemiş olup; Yönetimin buna asla hakkı, haddi, hukuku yoktur. Anayasa kimseye bu derece/düzeyde bir yetki vermemiş; Türk Milletini bölmeye teşebbüs, terörle ortaklık, dil, din, alfabe ve milli – manevi, ilmi, tarihi ve kültürel değerleri ile oynamayı kesinlikle yasaklamış ve men etmiştir. Yeni bir anayasa ütopyası da buna dâhildir.  
Kaldı ki, ülkemiz insanları Cumhuriyetin ilânından bu güne tam bir birlik, beraberlik, eşitlik, huzur ve emniyet içinde yaşaya gelmiştir. Hükümetlerin asli görevi: Bu huzur, güven, istikrar ve insicam ortamını geliştirerek sürdürmektir. Buna mukabil, başta faşist Yunanistan, insanlık düşmanı vahşi Çin ve diğer çete ülkelerinde azınlık statüsünde yaşayan Türk/İslâm kardeşlerimiz sürekli çile, alçakça muamele ve daimi işkenceye maruz bulunmaktadırlar.
Asli, İslâmi ve Kurucu unsurlarımızdan biri, kader arkadaşımız ve kan kardeşimiz olan sadık ve samimi Kürt vatandaşlarımızı gaflet, dalâlet ve hıyanetle “azınlık” statüsüne çekmek isterken.; Lozan ve Cemiyet-i Akvam nezdinde “eşit ve adil haklara sahip” hür dünya içinde “en mutlu tali unsur” durumundaki Yahudi, Ermeni ve Yunan azınlıklarını, adeta “azdırmak” suretiyle “Milli Devlet, Adalet ve Hukuk” dengelerini bozmak korkunç bir bühtandır…
Tarihi bir yanılgı ve hatadır.      
Millet bu şeametten şikâyetçi, vicdanen rahatsız, madden ve manen huzursuzdur.
Paket kalkışması, bu cihetle tarihi bir yanılgı veya vatana ihanetle eş’tir…
Oysa milletimizin, asgari müştereklerinin korunması, başlıca bileşke unsurları ve tarihi çimentosu olan: “Tek Dil, Tek Bayrak ve Tek Vatan” umdesinin, yoğun tehdit, harici vesayet ve bilumum bedhah/düşman baskısına karşın mutlaka korunması şarttır, lâzımdır, elzemdir…
Asla unutmamak gerekir ki:      
Bu menfur paket; Türk Milleti, Türkiye Cumhuriyeti ve Milli Devlet düşmanlığı ile dolup taşan görüntüsü ile aziz ülkemiz ve güzel insanımızın “bayrama kavuşma sevincini” bölücülüğe, kurban etmiş, gölgelemiş ve milliyetperver halkımızın huzurunu bozmuştur.
Böylece, ülkemizde giderek artarak, bunalım ve buhrana dönüşen demokrasi sorunu; Vesayet, icazet, dış himaye, güdümlü sulta, terör-tedhiş örgütü katkılı ve dikta odaklı politik ACI’larla, haksızlık-yolsuzluk-cehalet ve değersizlikle kirlenen siyasi kulvarda hak, hakikat, eşitlik, adalet ve hukuk gibi, temel insani değerlerin “keellem yekûn yok sayılması”, milletçe çok büyük bir felâketle burun buruna geldiğimizin vahim bir göstergesidir.   
Aziz ve kadim Türk Milleti; iyice tehlikeye düşen Milli Birlik, bütünlük, özgürlük ve güvenliğimizi korumak, siyasete vaziyet ederek; Namuslu, Dürüst ve Demokrat vatandaşlar vasıtasıyla: Devlet idaresinde, millet iradesini tekrar hâkim ve hükümran kılmak zorundadır.
Tek Çare:
Adalet Ahlâkı, Hukukun Üstünlüğü, Namuslu, Dürüst, Bilimsel ve Saydam bir Demokrasidir. Daha açık bir ifade ile: Millet iradesinin, devlet idaresinde hâkim kılınması.
Bunun için ve bu mübarek Kurban Bayram hürmetine:
Sevgili halkımızı eşitlik, adalet, hak ve hukuka; Milli Devlet, Milli Dil, Milli Anayasa, Lâiklik, Din-İman, Toprak ve Bayrağımıza; Hasılı, Vatana ve Millete Sahip çıkmaya; Bölücü, bozguncu ve işbirlikçi hainlere, tam bir “ittihat ve tevhit” (birlik ve beraberlik) şuuru içinde:
“Yeter!.. Söz Milletindir…”
Demeye davet ediyorum. Çünkü: Başta aziz vatanımız "TÜRKİYE CUMHURİYETİ" olmak üzere; Türk Milleti ve İslam ümmetinin kutsal bayraklarının dalgalandığı, Ezan okunan her iklimde; karşılıklı sevgi, saygı, barış, güvenlik, adalet, hukuk, huzur ve hoşgörünün temini herkesin hakkı ve sorumlu hükümetlerin mutlak görevidir. 
Milletimizin huzur, güvenlik, egemenlik, özgürlük ve mutluluğu için Cenab-ı Hak’tan yardım diliyor; Türk Vatanı ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını her türlü fitne, tefrika ve tedbirsizlikten korumasını; Vatan, Bayrak, Birlik, Dil ve Toprak düşmanlarını kahhar ismiyle kahredip cezalandırmasını temenni, dua ve niyaz ediyoruz…
Selam, içten saygı ve sevgilerimizle,
Bayramınız Hayırlı, Mübarek ve Kutlu Olsun…
            Daha nice Bayramlara; İnşâllah!..

7 Ekim 2013 Pazartesi

KURBAN BAYRAMI; HAC, KURBAN, VEKÂLET VE BAĞIŞ HAKKINDADIR...

DİN TÜCCARLARININ 
KURBAN COŞKUSU
Mustafa Nevruz SINACI
Yıllardır olduğu gibi, bu yıl da, aziz mübarek Kurban Bayramı’na haftalar kala mutat ilânlar köşe, bucak, meydan ve bilboardları doldurdu. Üstelik bu yıl radyo, televizyon, yazılı, sesli ve görsel reklâmlarda cabası. Olmadı, cep telefonlarınıza mesajlar yağıyor. “Bu bayram Kurbanınızı biz keselim. Vekâletinizi bize verin. Yurtiçi bedel bu kadar, yurtdışı şu kadar!..”
1990’dan 2013’e Çeçenistan, Bosna Hersek, Karabağ, Somali, Doğu Türkistan, İran, Irak, Nyanmar, Sudan, Fas, Tunus, Libya, Mısır ve nihayet Suriye olmak üzere., Türk-İslâm coğrafyasında bir milyondan fazla Müslüman’ın; Alçakça / kalleşçe katledilip, yüz binlerce masum, müsemma kadının ırzına geçilerek rezil ve rencide edilen sözde İslâm âleminin hayır, hizmet (!) ve himmet kurumları, “vekâleten kurban” için para devşirme coşkusu yaşıyor…
Mısır da, şurda-burda kâfirin icazetiyle darbe yapan, hükümet olmak için domuz ini, ahır ve şeytan tapınaklarında yoldaş tutanları bir kenara atalım; Ama adına “İslâm Konferansı Örgütü” denilen Dâr-ül Aceze’nin; Bütün bu insanlık dışı vahşet, dalâlet, kalleş, alçak saldırı ve soykırımlar karşısındaki sessizlik, etkisizlik, güçsüzlük, acizlik ve zavallılığa ne demeli?..
Bunlar mı İslâm Âleminin önderleri, Rab adına emanetçi ve koruyucuları!..
Kahrolası korkaklar, yalancı, haramcı, mason ve misyoner talancılar.   

Elbette, usul ve fıkıh dairesinde, vekâlet verenin huzurunda kesim yaparak ibadete iyi niyetle katkıda bulunanları tenzih ederim. Amma lâkin aralarında Kızılay, Lösev, Türk Hava Kurumu ve dünya çapında vakıfların bulunduğu nice ‘hayır ve yarar’ kurumlarının vekâleten kurban yolsuzluklarını unutmamak gerek!.. Halâ mahkemesi devam eden ve mahkumiyetleri süren genel başkanlar, yardımcıları, üyeleri, iştirakleri ve suç ortakları var. Unutmayın!..
Aslında, geçmişte vaki bu araştırma, soruşturma, takip ve baskınların sürmesi gerek.
Düşünün bir kere, hiç Müslüman hırsızlık, yolsuzluk ve dolandırıcılık yapar mı? 
Elbette yapmaz. Yapanları kimse Müslüman sanmasın ve lütfen aldanmasın...
Müslüman akıllı, âlim, uyanık, şuurlu-dikkatli olmak ve doğru yapmak zorundadır.      
PEKİ NEDİR DOĞRUSU?..          
Istılah (Yüce Rab'in, kullarının gerçeğe ulaşmaları için peygamberler aracılığıyla akıl sahibi insanlara tebliğ ettiği; Onları dünya ve âhiret  mutluluğuna kavuşturan sistem, Allah'ın koyduğu hükümler.,)’da, Kurban Bayramı’nda sadece Harem-i Şerif, yani Kâbe-i Muazzama da” Hac farizasını yerine getirenler kurban kesebilirler.
Akika, adak ve kefaret gibi haller dışında; Özellikle de, “Kurban Bayramına özgü bir ibadet” biçiminde algılamak suretiyle kurban kesmemek gerekir. Zira Kurban kesmek ancak Hac’da farzdır veya aynı manada vaciptir. Peygamberimiz yalnız hacda kurban kesmiştir.
Kur-an’ı Kerim, sadece hac yaparken kurban kesmeyi emreder. 
Buna göre:
“Kurban kesmek ancak, Hac (Kâbe/Mekke-i Mükerreme/ Mescid-i Haram) da farz veya aynı manâda vaciptir. Bu iki terim aslında aynı şeyi ifade eder. Bunun dışında, kurban kesmek müstehab (Sevilmiş şey, yapılması sevaplı olan. Peygamber Efendimizin bazen yapıp bazen terk eylediği, farz ve vacibin dışındaki sevaplı işler. Sevaplı iş, nafile, mendup, fazilet, edeb, tatavvu) sünnetlerden olup; Hac’da kurban kesemeyenin 3 gün orada 7 gün döndükten sonra oruç tutması farzdır. (Fazıl Agiş, Emekli Öğretim Görevlisi, Müçtehid ve Fakih)
PEKİ!..
BU ZAM MİKTARI SON BİR YILLIK
ENFLÂSYON'UN ON KATI DEĞİL'Mİ?..
HANİ İSLÂM KARDEŞLİĞİ VE
MÜSLÜMANLARIN DÜRÜSTLÜĞÜ
BUNUN NERESİNDE
 ?... 
“Kurban kesmek, hac ibadetini yerine getirenler için bir vecibedir. Türkiye’de sadece zenginlerin yerine getirmesi gereken bir ibadet olarak algılanmaktadır. 
Ancak, kurban etinin bir kısmının fakirlere dağıtılması kaydı şartıyla bu uygulamanın hayırlı bir “gelenek” olduğu söylenebilir. (Prof. Dr. Ömer Özsoy, Prof. Dr. İlhami Güler, Sistematik Kur’an Fihristi; 364)
“Kurban, hac’ı yaşayanların bayramıdır. İhramlanıp Arafat’ta gündüzleyen, Meş’ar’e doğru akan, Müzdelife’de geceleyen hacılar, ertesi sabah şeytan taşlar, tıraş olur ve ihramdan çıkarlar. 
Artık hac tamam olmuş sayılır. İhramda tek bir kıl bile koparamaz, bir yeşil yaprağı koparması yasakken, bayram sabahı bir canı, bir hayvanı boğazlamak üzerine vacip olmuştur.

İşte “Kurban Kesmek” budur. 
Önce HACI olunur, sonra ibadet kurban ile tamamlanır.